uganda goril

Sisteki Goriller, Çamurdaki Beyazlar

Sakince ”bulduk” diyor uzun, atletik, kamuflaj kumaşından bir üniforma giymiş rehberim. ”Nasıl bulduk ya? Daha yürümeye başlayalı 10 dakika oldu!” diye aklımdan geçiyor. Eliyle bizden on beş metre uzakta, kurumuş fakat yıkılmamış, upuzun bir ağaç gövdesini işaret ediyor. Çıplak kütüğün tepesinde simsiyah bir tüy yumağı görüyorum.

Sekiz kişilik grubun en önünde olduğum için ben aniden durunca arkamdan gelenler de duruyor. Fısıldayarak önden arkaya birbirimizi durumdan haberdar ediyoruz.

Çalıların arasından çıkan silahlı iki kişi görüyorum. İz sürücüler. Bizden iki saat önce balta girmemiş bu yağmur ormanına dalıp dağ gorillerinin yerini bulan, telsizle bize haber veren onlar.

Bir dakika… Baştan başlayayım.

Gezegenimizi üç büyük maymun türüyle paylaşıyoruz: Şempanze, goril ve orangutan. Bu primatlar doğadaki en yakın akrabalarımız ve aralarında en büyüğü goriller.

Dağ gorilleri dünyada sadece iki bölgede bulunuyor: İlki, Uganda, Kongo, Ruanda arasında paylaşılan Virunga Volkanları’nın yamaçları. İkincisi, Uganda’daki Bwindi Geçitvermez Ormanı.

Dağ gorillerinin varlığından 1902’de Alman Friedrich Robert von Beringe’nin gelip kendilerini bulması sayesinde haberdar olduk. Haberdar olmasaydık belki bir süre daha böğürtlen toplayıp ağaç kütüklerini kemirerek mutlu mesut yaşayıp gideceklerdi. Biz onları bulduğumuzdan beri çeşitli tehditlerle karşı karşıya kaldılar. Bu tehditler yüzünden şimdiye kadar nesillerinin tükenmemiş olması tam manasıyla mucize. 1980’lerde nüfusları 250 civarına düştü. Varlıklarını sürdürebilmeleri için koruma programları kuruldu. Yapılan çalışmalar sonuç verdi ve şimdilerde sayıları 1063’e yükseldi.

İşte onlardan 10 kadarını Bwindi‘de ziyaret ettik. Ormanı basan sisin içinde, elindeki palayla yeşil örtüyü aça aça ilerleyen rehberin arkasında, çamura bata çıka ulaştık peşinde olduğumuz aileye. Çok şanslıydık, çabucak bulduk. Bulduktan sonra onlarla geçirdiğimiz 1 saat ise hayatımızın en unutulmaz tecrübelerden biriydi.

Bu sırada, yanımızda sık sık sarf edilen ”Gorillas in the mist, mzungu in the mud” sözünün manasını da anlamış olduk. Araştırmacı Dian Fossey’nin hayatını anlatan filme de atıfta bulunan bu söz, gorilleri aramak için ıslak orman zemininde kayıp çamurlarda yuvarlanan biz beceriksiz beyazları anlatıyor: Sisteki goriller, çamurdaki beyazlar 🙂

Goriller sakin ve utangaç canlılar. Agresif değiller, insanlarla pek ilgilenmiyor, kendi işlerine bakıyorlar. Otoburlar. Kertenkele gibi sürüngenlerden ürküyor; sudan ve yağmurdan hoşlanmıyorlar (Sudan hoşlanmayan hayvanın yağmur ormanında yaşaması?)

Her gorilin kendine özgü bir burun şekli var, buna ”burun izi” deniliyor. Tıpkı parmak izi gibi, bireyler bu özgün iz sayesinde tanınıyor ve birbirinden ayırt ediliyorlar.

Her grupta liderliği üstlenmiş bir gümüşsırt erkek goril bulunuyor. Bu ismi, sırtlarındaki tüylerin 14 yaşından itibaren grileşmesi sonucu alıyorlar. Her erkek gümüşsırt oluyor, ancak her gümüşsırt lider olmuyor. Grubun liderliği için diğer erkeklerle mücadele etmek, dişileri kendine bağlamak ve sürekli tetikte durmak gerekiyor.

Dağ gorillerinin doğal yaşam alanı, km²ye düşen 400 kişiyle bugün Afrika kıtasının en yoğun insan nüfusunun olduğu bölge. Bu kalabalık nüfusu doyuracak tarım alanlarına duyulan ihtiyaç yüzünden yağmur ormanları uzun yıllar boyunca kesilip durmuş. Bwindi’deki ormanın etrafı muz plantasyonları, çay ekilmiş yamaçlar ve patates ekilmiş taraçalarla hıncahınç dolu.

Dağ gorilleri Bwindi’de 330 km², Virunga’da 450 km²’lik iki alana kıstırılmış durumda. Kaçak kesimin önüne geçilebilmesi için alternatif gelir kaynakları yaratılması şart. İşte bu noktada turizm gorillerin hayatını kurtaracak gibi görünüyor. Gorillerle gezegenimizi paylaşmaya devam etmek istiyorsak gidip bir akraba ziyareti yapsak iyi olacak.

Hadi o zaman!

PAYLAŞ: