Hepimiz o ikonik fotoğrafı gördük herhalde.
Sudan’da tam 30 yıldır ülkeyi yöneten Ömer El Beşir’in aylardır süren protestolardan sonra nihayet yönetimi bırakmasının ardından kalabalık bir meydanda, bir otomobilin üzerine çıkmış, bembeyaz geleneksel kıyafetleri içinde, bir eli havada halka seslenen bir kadının fotoğrafı. Lider bir kadının fotoğrafı. Fotoğraf sosyal medyada yayılınca 22 yaşında bir mimarlık öğrencisi olduğunu öğrendiğimiz Alaa Salah o cesur kadının adı.
Sudan’daki gelişmeler bana çok uzun zamandır zihnimin kıvrımlarında sıkışmış bekleyen, cesur kadınlara dair bir hikayenin yazılma vaktinin geldiğini hatırlattı: Sudanlı çaycı kadınların hikayesi.
Sudan’a 2007’de gittim. Temel amacım Kızıldeniz’de dalarak köpekbalığı görmek ve Jacques Cousteau’nun su altında yaşamanın insan fizyolojisi üzerindeki etkilerini anlamak için gerçekleştirdiği deneyin yapıldığı yere dalmaktı (Sudan sualtı günlüğümü şuradan okuyabilirsiniz). Bu ikincisi dünya sualtı dalış tarihinin önemli olaylarından biridir. 1963’te Conshelf 2 adı verilen çan şeklinde bir oda Shaab Rumi’de 10 metre derinliğe indirilmiş ve 6 dalgıç bir ay boyunca içinde yaşamıştır. Bu yalnızca bilimsel bir deney değil, bir dünya rekorudur aynı zamanda. Tam 50 yıl sonra Jacques Cousteau’nun torunu Fabien Cousteau, büyükbabasının anısına deneyi aynı koşullarda Florida’da Mission 31 adıyla tekrarlamıştır. Böylece ilki 30 gün süren deneyi 31 güne uzatarak büyükbabasının rekorunu da kırmışlardır ekipçe.
Sudan’a giderken tek amacım sualtında dolaşmak değildi elbette, sokaklarına karışmayı da dört gözle bekliyordum. Mısır’dan sonra kıtaya henüz ikinci gidişimdi ve müthiş merak ediyordum Afrika insanını. Bu merakla bir öğleden sonranın korkunç sıcağında Port Sudan’ın ara sokaklarına dalmışken bugün dahi anlattığım, en bomba seyahat anılarımdan biri başıma geldi. Sudanlı bir adam yanıma geldi, gayet nazik bir şekilde, düzgün bir İngilizceyle selam verdi ve sordu: ‘Siz Japon musunuz?’ 🙂
Ülkenin kuzeydoğusunda, Kızıldeniz’in kıyısında bulunan Port Sudan İngilizler’in 1905’te inşa ettiği bir liman kenti. Hartum’dan gelen petrol boru hattının son noktası. Çoğunluğu Arap olan nüfusu 500.000’e yaklaşıyor. Bugün petrol rafinerisiyle, havalimanıyla, üniversitesiyle Sudan’ın en gelişmiş kenti, uluslararası ticaretinin kalbi. Aynı zamanda limandan Cidde’ye kalkan feribot seferleri nedeniyle tüm Afrika’nın hacca giden kapısı. Şehrin kolonyel havasını sokaklarda İngilizler’in inşa ettiği kemerli, sütunlu, iki katlı yapılarına bakarak soluyabilirsiniz.
Port Sudan sokaklarında dolaşırken iki nokta dikkatimi çekmişti: Fotoğraf çekmenin imkansızlığı ve sokakta neredeyse yalnızca erkeklerin dolaştığı gerçeği. Fotoğraf makinem boynumda asılıyken bir adam koşa koşa bana doğru gelmiş ve olanca kuvvetiyle objektifime bir tokat çakmıştı. Fotoğraf çekmemem hususunda, üstelik zaten çekmiyorken, bu yöntemle uyarılmıştım.
Sudan halen şeriatla yönetilen bir ülke. Fakat Sudan şeriatı hayalimde canlandırdığımdan epeyce farklı görünmüştü bana. Sudan’da kadınlar başlarını sıkı sıkı kapatmıyordu. Genellikle çok canlı renklerde bir örtüyü, hatta kimi zaman yarı şeffaf renkli bir tülü kafalarının üzerinden şöyle bir dolaştırıveriyorlardı. O da sıkça saçlarından kayıp omuzlarına düşüyor ve yerine geri konmuyordu. Asıl beni hayrete düşürense, kıyafetlerin fütursuzluğuydu. Uzun etek giyiliyordu, ancak üst kısım kısa kollu, V yakalı, hatta bazen göbeği açıkta bırakacak kadar yazlık modellerdeydi. Sıcak memleketin şeriatı da bu kadar oluyordu demek.
Sokaklarda kadın sayısı gözle görünür derecede azdı. Kısa süre içinde fark ettiğim üzere, ortalıkta olanlar da çaycı kadınlardı. Sudan’ın meşhur çaycı kadınları…
Sudanlılar’ın onları çağırdı adla sitta shai. Her köşede, kapı aralığında, sütun dibinde, kemerli bir yolun kenarında, gölgelik bir ağaç altında, bir lokantanın yakınında görebilirsiniz onları. Buradaki gibi kavurucu sıcaklarca gün ortasında tüketilebilecek tek içecek, harareti alacak bir bardak çaydır. Sitta shai, yani çaycı kadın küçük mangalını kurmuş, birkaç parça kömürle ateşini yakmış, üzerine koyduğu çaydanlığın içindeki su kaynamaya başlamıştır. Dallı güllü desenleri olan kulpsuz fincanların dizildiği küçük bir vitrini; onun arkasına gizlediği, kirli fincanları içinde yıkadığı, pek de hijyenik görünmeyen bir bulaşık kabı vardır. Vitrinin etrafına, mangalın biraz uzağına bazısı hasırdan, kimi plastikten, ama her daim rengarenk, minik tabureler dizilmiştir. Çaylar bazen nanelidir; bazen tarçınlı, kakuleli ya da zencefilli. Kimi zaman sütlüdür, kimi zaman siyah çay yerine kuşburnu çayı vardır. Hangisini seçerseniz seçin çayınız her daim şekerlidir. Hem de bol şekerlidir. Reçel gibidir. Şekersiz isterseniz ‘diyabetik misin?’ diye sorulur.
Çay içmek Sudan’da çok eski bir gelenek. Çaycı kadınlar da öyle. Ancak bu meslek son 20 yılda patladı, sokaklarda binlerce çaycı kadın çalışmaya başladı, çaycılık en alt sınıftaki kadınların hayatta kalma mücadelesinin biricik yolu haline geldi.
Ülkenin batısındak Darfur’da yaşanan soykırım ve Güney Sudan sınırındaki Güney Kordofan eyaletinde yıllarca devam eden savaş nedeniyle yüzbinlerce insan -ölmedilerse- canlarını kurtarmak için başka şehirlere kaçtı, yerlerinden yurtlarından oldu, kendi memleketlerinde mülteci durumuna düştüler. Kaçanların arasında çatışmalarda kocası ölmüş, dul kalmış ve çocuklarına bakmak zorunda olan çok sayıda kadın vardı. Ülkenin zaten en az gelişmiş bölgelerinden gelen, hiçbir eğitimi, okuma yazması, paraya çevrilecek becerisi olmayan bu kadınlar toplumun en alt katmanını oluşturuyorlardı. En çok Hartum’a ve Port Sudan’a geldiler. Birer ikişer, çok az sermaye gerektiren çaycılığa başladılar. Bugün sadece Hartum’da 8000’den fazla çaycı kadın olduğu biliniyor.
Bu çaycı kadınlar zaman içinde erkeklerin işlettiği (ve sadece erkek müşterisi olan) kahvehanelerin en büyük rakibi haline geldiler. Hayatın gitgide pahalılandığı (ve sonunda 30 yıllık diktatörü devirdiği) Sudan’da kahvehanenin bile daha ucuz bir alternatifine ihtiyaç var elbette. Böylece binlerce kadın kendi ayakları üzerinde durabiliyor. Sitta shai’lerin günlük kazançları 4-5 dolar civarında.
Ancak hayat güllük gülistanlık değil. Her ne kadar başörtüsünün saçından kaymasına, kısa kollu elbise giymesine ses çıkarılmasa da muhafazakar toplum kadınların çalışmasını, hele hele sokakta çalışmasını kabul edemiyor. Kadının çalışması utanç verici bulunuyor. Çaycı kadınlar sokaklarda geç saatlere kadar çalıştıkları için sık sık fahişe damgası yiyorlar. Bu yetmezmiş gibi polis tarafından tartaklanıyorlar. Geç saatte eve dönmeye çalışırken sokakta dolaştıkları için sebepsiz yere gözaltına alınabiliyor; çalışma izinleri olmadığı, hijyen belgesi almadıkları gibi gerekçelerle zırt pırt ekipmanlarına el konulmasını tecrübe edebiliyorlar.
Kendisi de 1986’dan beri çaycılık yapan, 57 yaşındaki Awadeya Mahmoud isimli bir Sudanlı kadın bu haksız gidişe bir dur demek için 1990’da bir kooperatif kuruyor. Çaycı kadınların hukuki haklarını onlara öğretecek, gerektiğinde hukuki destek verecek, ekipmanlara polis tarafından el konulduğunda yenisini temin edecek kadınlar arası bir dayanışma ortamı oluşturuyor. Women’s Food and Tea Sellers Cooperative isimli bu girişimi sayesinde 2016’da Beyaz Saray’a davet ediliyor ve kendisine International Women of Courage (Okurum Bora Cankılıç’ın önerisiyle Uluslararası Yürekli Kadın Ödülü mü desek Türkçesine?) veriliyor.
Port Sudan sokaklarından dolaşırken kimler benim fotoğraf çekmeme izin verdi dersiniz? İzin vermekle kalmayıp gel beraber çektirelim dedi? Fotoğraf çekilirken beni kendine çekip sarıldı? Otuziki dişi bembeyaz parlayarak neşeyle güldü? Fotoğraf makinesi döven adamları zerre kadar önemsemeden masmavi, pespembe, kıpkırmızı örtülerini şöyle bir savurup poz verdi?
Alaa Salah birdenbire ortaya çıkmadı. Taa en dipten, en aşağıdan gelen bir dalga var Sudan’da. 20 yılda ancak köpürdü. Ama gücü tırnaklarını koltuğa geçirmiş bir adamı bile yerinde tutamadı. Haydi afiyet olsun o zaman!