Antigua, sadece Guatemala’nın değil, tüm Orta Amerika’nın en renkli ve en güzel şehirlerinden biri. Çok iyi korunmuş İspanyol kolonyel mimarisine sahip binaları, kiliseleri, arnavut kaldırımı sokaklarıyla bir bütün olarak Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Guatemala’nın başkenti Guatemala City’ye yalnızca 45 dakika uzaklıktaki şehre, havaalanına indiğinizde karşınızda bulacağınız servis minibüslerine 10 USD ödeyerek ulaşabiliyorsunuz.
Antigua, 35.000 kişilik nüfusuyla bizim şehir tanımımıza göre mütevazı bir yerleşim yeri sayılabilir, ancak seyahatseverlere sunduğu keşif olanakları epeyce çok. Ben, bizzat denediğim, şahsi Top 10 listemi paylaşmak isterim. Lafı fazla dolandırmadan sayıyorum:
1. Choco Museo’da çikolata kursuna gidin.
Kakaonun anavatanına hoşgeldiniz!
Mayalar’ın evlerinin arka bahçesinde yetiştirdiği kakao ağaçlarının çekirdekleri, bin yıl içinde nasıl olup da lezzetli çikolata parçalarına dönüştü dersiniz?
Hayatınızda hiç kakao ağacı görmemiş, meyvesi neye, çekirdeği neye benzer bilmiyor olabilirsiniz. Kakaonun tozu nedir, yağı nedir, fikriniz olmayabilir. Kakaonun borsada işlem gören bir emtia olduğunu es geçmiş olabilirsiniz. Kaç kakao çekirdeğine -mesela- bir tavşan satın alınır, duymamışsanız normaldir. Kakao ağacı yetişmeyen İsviçre’nin ya da Belçika’nın nasıl olup da çikolata ülkesi kabul edildiği hiç aklınıza takılmamış olabilir. Çikolatayla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir Afrika ülkesinin dünya kakao ihtiyacının üçte birini ürettiğini de muhtemelen bilmiyorsunuzdur. Hatta çikolatanın nasıl üretildiğine şimdiye kadar hiç kafa yormamış olabilirsiniz.
Artık Antigua’dasınız, öğrenmenin vakti geldi. Buyrun Choco Museo’ya!
Ücreti 180 Quetzal (Yaklaşık 45 TL) olan iki saatlik kurslara katılın. Hem size son derece eğlenceli bir şekilde çikolatanın tarihini anlatsınlar, hem de Maya ve Aztek kültürlerindeki kakao ritüellerini bizzat deneyin. Kakao çekirdeklerini kavurmayı, ezip macun haline getirmeyi, aynı anda hem acı biber, hem bal kattığınız içecekler hazırlamayı öğrenin. En sonunda döke saça kendi çikolatanızı yapın. Elcağızınızla yaptığınız çikolataları ders bittikten birkaç saat sonra güzelce paketlenmiş şekilde teslim alıp mideye indirebilirsiniz. Afiyet olsun.
2. Latin dansları dersi alın.
Latin kültürünün göbeğindesiniz, dansına bulaşmadan olur mu?
Antigua’da minik minik, onlarca dans okulu var. Çoğunlukla sokağa açılan küçücük bir stüdyodan ibaret olan bu okullar haftanın birkaç günü belli saatlerde bedava ders veriyor. Bedava saatleri yakalayamazsanız da sorun değil. Ücretler o kadar makul ki (1 saati 100 Quetzal, yaklaşık 25 TL), aslında bedavacı turist kalabalığından uzak durup özel ders almak daha mantıklı. Ben kaldığım hostelin karşısındaki okula gidip bir saat bachata dersi aldım. Hocalar gayet profesyonel, kısacık sürede bile sizi belli bir seviyeye getiriyorlar. Dersi bitirdikten sonra Antigua gecelerine akabilirsiniz, iyi eğlenceler!
3. St. James Festivali’ne katılın.
Bunu yapabilmek için tam da 25 Temmuz’da Antigua’da olmanız lazım, zira Santiago Apostol de denen festival o gün kutlanıyor.
İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. James adına kutlanan bu festival Antigua’nın en şenlikli etkinliği. Ben tamamen tesadüf eseri Antigua’ya vardığım gün içine düştüm. Sokakta, saatlerce süren renkli bir seremoni sizi bekliyor. Sonu gelmeyen bir bandonun durmadan marş çalarak sokakları arşınladığı, ortaokul-lise öğrencilerinin üniformaları ile yürüdüğü, 12 havarinin canlandırmalarının yapıldığı, habire çatapat patlatılan, gürültülü patırtılı bu festivali imkanınız varsa kesinlikle kaçırmayın.
4. Tabacos Y Vinos’ta şarap tadın.
Orta Amerika coğrafyası tropikal kuşakta yer aldığı için iklim üzüm yetiştirmeye uygun değil. Dolayısıyla şarapları da yok. Ancak ben size Antigua’da şarap içmenizi tavsiye edeceğim. Ama bir sorun, neden?
Çünkü şarap bahane, muhabbet şahane. Antigua’nın simgelerinden biri olan Santa Catalina Kemeri’nin hemen altında küçücük bir dükkan var: Tabacos y Vinos.
Dünyanın dört bir tarafından 350 çeşit şarabı kadehte satın alıp tadabildiğiniz bu yer, duvarlarını boydan boya kaplayan şarap şişeleriyle, ortada hepi topu 8-9 kişinin oturabildiği kare bir masadan ibaret.
Mekanın özelliği, müşterisinin şarap tatmak kadar masadaki muhabbete katılmak için buraya uğruyor olması. Son derece basit ve işler bir mantıkla, küçük bir masa etrafında şarap içerken yedi düvelden insanla kaynaşıp sohbet etme imkanı sunuyor burası. Yalnız akşam yemeğinden önce uğrarsanız dikkat edin, benim gibi muhabbete dalıp yemeği atlamayın!
5. Otobüse binin.
Orta Amerika eski Amerikan otobüslerinin allanıp pullanıp gelin gibi süslenerek sokağa geri salındığı bir yer. Bilin ki, Çiçek Abbas’ın minibüsü gibi, her yerinden ayrı süs sarkan, her köşesi başka bir desene boyanmış, metal aksamı ayna gibi parlayan, kornası adamı yerinden üç metre havaya zıplatan eski Bluebird otobüslerin cennetindesiniz.
Otobüslerin kondisyonu ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Örneğin Nikaragua’dakiler dökülürken Kosta Rika ve Guatemala’dakiler görece daha bakımlı. Kosta Rika ve Nikaragua’da şehirler arası yollarda bindiğim ‘chicken bus’lar, Guatemala’da İETT otobüsü gibi şehir içinde de işliyor.
Antigua bu otobüsleri bolca görebileceğiniz, rahat rahat binebileceğiniz bir şehir. Fırsatı kaçırmayın. Kalabalığı takip edin, durağı bulursunuz. Bi’ dolaşın gelin.
6. Jon Kaplan’ın fotoğraf galerisini ziyaret edin.
Jon Kaplan uzun yıllardır Guatemala’ya seyahat eden Amerikalı bir fotoğrafçı. Kaplan, özellikle otantik kıyafetleri içindeki çocukları fotoğraflıyor. Santa Catalina Kemeri’nin olduğu cadde üzerinde birkaç yıl önce açtığı galeriye mutlaka uğrayın. Cümbüş gibi, rengarenk, inanılmaz sevimli, gözalıcı bir portfolyosu var.
İşlerinin özgün tarafı, Guatemala’ya gide gele fotoğrafını çektiği çocukların aileleriyle ahbap olması sayesinde, örneğin 6 yaşındayken fotoğrafını çektiği çocukları 16 yaşında da fotoğraflaması. Satılan fotoğrafların geliriyle desteklediği sosyal sorumluluk projeleri de var.
Portfolyosuna göz atmak için sitesini de ziyaret edebilirsiniz: http://jonkaplan.com/index.html
7. San Jose Katedrali’nin içine girin.
İlk kez 1541’de inşa edilen, sonra afetler yüzünden defalarca yıkılıp yeniden yapılan, 17.yy’da tüm Orta Amerika’nın en büyük ibadethanesi olan San Jose Katedrali’ni ziyaret edin.
Birçok turist ön cephesi çok güzel restore edilmiş, Dünya Mirası Listesi’nde bulunan bu görkemli yapıya dışardan bakıp, geçip gidiyor. Benim size tavsiyem, katedralin etrafını dolaşıp yan sokaktaki giriş kapısını bulun ve 8 Quetzal (yaklaşık 2 TL) ödeyip içine girin.
İçi derken lafın gelişi, zira gökyüzünün altındasınız. Katedral bir sürpriz yaparak tam bir harabe olarak karşınıza çıkacak. Ben dış cephesini bir gün, içini başka bir gün gördüğüm için aynı yapı olduğunu bir süre anlayamamıştım. Harap haline rağmen kubbeleri ve kemerleriyle son derece etkileyici bir görüntüye şahit olacak, benim gibi onlarca fotoğraf çekmekten kendinizi alamayacaksınız. Atlamayın!
8. Saçınıza renkli ip taktırın.
Neden mi? Maksat eğlence olsun, Orta Amerika’nın rengarenk ortamına uyum sağlamak olsun… Hem Guatemalalı teyzelerle muhabbete daha güzel fırsat bulamazsınız. 10 Quetzal’e (2,5 TL) beş dakikada, istediğiniz renk ve desende, haftalarca dayanacak bir saç süsünüz olabilir. Saçınız yoksa, bileklerinize renkli iplerden dolayın, o da olur. Yeter ki renklenin biraz 🙂
9. İspanyolcayı Antigua ‘da öğrenin.
Hola!
Şu listede bizzat denemediğim tek madde bu. Kısa sürede fark edeceksiniz: Antigua’ya ayak basmış nüfusun hatırı sayılır bölümü, şehrin dört bir tarafına dağılmış onlarca okulda İspanyolca öğrenmek üzere buraya gelmiş bulunuyor. Antigua’nın Kuzey Amerika’ya yakın, ulaşımının kolay, aynı zamanda Meksika’dan ucuz olması, Amerikalı ve Kanadalılar’ın dil öğrenmek için ilk tercihlerinden birinin burası olmasına sebep olmuş. Sadece onlar değil, şöyle uzun uzun Orta ve Güney Amerika’yı gezmek isteyen seyahatseverler de önce Antigua’da mola verip biraz İspanyolca öğreniyor, sonra güneye doğru yollarına devam ediyorlar.
Eğer biraz vaktiniz ve merakınız varsa kurslara siz de bir göz atın. Bir haftalık sınıflar bile var. Şöyle iki cümle parçalasanız fena olmaz mı?
Hasta luego!
10. Café No Se’ye gidin.
En güzelini sona sakladım.
Adının Café olmasına aldanmayın, gece geç saatte gideceksiniz. Tekinsiz, karanlık, kasvetli bir atmosfer bulacaksınız. Kime sorsanız gösterir.
Kendi deyişleriyle ‘ Canlı müzik, soğuk bira, iyi yemek, rahatsız koltuklar, kafası karışık çalışanlar, ikibuçuk köpek, normal dışı hareketler, kırılacak kalpler ve kalbi kırıklar’ın mekanı bir mezcal barı.
Mezcal, Vahşi Batı’da geçen eski filmlerden hatırlayacağınız içi kurtlu Meksika içkisi. Bir çeşit tekila. Daha doğrusu, tekila bir çeşit mezcal. Agave bitkisi, ki biz bunların bütün cinslerine birden kaktüs der geçeriz aile arasında, mezcal’in hammaddesi.
Café No Se’nin hikayesi güzel. Barın sahibi John Rexer bakmış resmi yollardan yeterince ve kaliteli mezcal bulundurması mümkün olmuyor, 2004’te Meksika’nın Oaxaca’sından Antigua’ya kaçakçılığa başlamış.
Gittiğinizde dikkatinizi zaten çekecek, barın bulunduğu bölümde, adeta gizli bir bölmeye girer gibi, eğilerek geçebildiğiniz bir kapıdan açılan, penceresiz, ikinci bir oda daha var. İşte kaçak gelen mezcal burada içilirmiş. Öyle geçen yüzyıldan filan değil, alt tarafı 9-10 sene öncesinden bahsediyoruz, unutmayın.
Beş yıl boyunca türlü maceralarla getirdikleri kaçak mezcal 2009’da yasallaşmış. Peki bugün Café No Se’nin mezcal markasının adı ne dersiniz? Ilegal Mezcal!
Ilegal Mezcal, yola çıkış amacı bu olmasa da, tam bir pazarlama başarısı. Zira sıradışı hikayesi Café No Se’nin müzisyen, yazar, sanatçı, gazeteci ağırlıklı yabancı müdavimleri tarafından bavullara sığdırılan ikişer üçer şişe eşliğinde dünyanın dört bir tarafına taşınmış. Bugün sadece New York’ta 200’ün üzerinde restoran ve barda bulunuyormuş.
Café No Se’nin kabarık bir mezcal kokteylleri listesi var. Elinizi korkak alıştırmayın, sıradan deneyip Antigua seyahatinizi taçlandırın.
¡Salud!