Cu Chi Tünelleri

cu chi

“Vietnam Savaşı değil, Amerika Savaşı” diye düzeltiyor rehber soru soran turistleri.

Ben, siz, hatta dünyanın geri kalanı Vietnam Savaşı dese de Vietnamlılar -doğal olarak- Amerika Savaşı diye anıyorlar 1965-1973 arasındaki süreci.

Amerika’nın komünizm yayılmasın diye (bulaşıcı hastalık mı bu?) kalkıp dünyanın öbür ucuna asker gönderdiği, sekiz yıllık süreçte dört milyon sivili yok yere öldürdüğü, yenildiğini anlayınca napalm bombası atıp sadece yaşayanları değil doğacak olanları da yaraladığı, bir nesli ruh hastası yapan, hakkında yüzlerce film çekilen, acımasızlığın doruklarındaki savaş.

Saygon’a yaklaşık 70 km uzaklıktaki Cu Chi (Okunuşu: Ku Çi) Tünelleri’ndeyiz.

Beş dolara aldığımız yarım günlük turla geldik. Rehber bir yandan savaşın adı konusunda bizi azarlıyor, bir yandan Vietkong gerillalarının ormanda nasıl saklandıklarını gösteriyor.

Bir görevli, içine bir insanın ancak çömelerek sığabileceği genişlikte çukurlardan birine girip gözden kayboluyor. “Bunlardan ormanda yüzlerce vardı” diyor rehberimiz.

Bu tüneller Vietnam-Amerika Savaşı sırasında meşhur olsa da, aslında Vietnamlılar’ın Fransız sömürgesinden kurtulmak üzere verdikleri bağımsızlık savaşı sırasında, 1948’de kazılmaya başlanmış. Sonra Amerikalılar gelince tünel ağı genişletilmiş, 250 km2’lik bir alanı kaplayacak kadar çok tünel kazılmış. Kazılmış diyorum, ama altını çizeyim, alet edevatla değil, elle kazılmış bu tüneller. Kısa bambu saplı kazmalarla, çıkan toprağı pirinç toplanan sepetlere doldurup atarak…

Burayı işgal etmeden önce Amerikalılar da tünellerin varlığından haberdarmış, fakat tam olarak nerede olduklarını bilmiyorlarmış. Bakın şu kaderin işine ki, koskoca güney Vietnam’da üslerini kura kura tünellerin neredeyse tam üstüne kurmuşlar. Amerikan üssü ile tüneller arasında yalnızca 7 km mesafe varmış.

Tünel deyince aklınıza birilerinden kaçmak için kullanılan geçitler gelmesin. İçinde insanların yaşadığı, 3 katlı yeraltı şehirlerinden bahsediyoruz. Cu Chi Tünelleri’nde savaşma ve çalışma alanları, mutfak, uyuma yerleri, kadın ve çocukların saklandığı bölümler, Saygon nehrine açılan gizli çıkışlar var.

Yaşam kolay değilmiş doğal olarak. Örneğin mutfakta yemek pişirildiğinde çıkan dumanı helikopterler görmesin diye şöyle yapıyorlarmış: Mutfağın en az 100 metre ilerisinde açtıkları bacanın birkaç santim üzerine bir kapak kapatıyor ve 12 adet delik açıyorlamış. Duman bir anda çıkmıyor ve hep yatay olarak dağılıyormuş.

Tünellerdeki oksijeni harcamamak için mum ya da kandil yakamazlarmış. Fenerler pille çalıştığı, pil bulabilmek için para lazım olduğu, bunlarda da para olmadığı için fener de kullanamazlarmış. Ee n’aparlarmış derseniz, karanlıkta otururlarmış.

Para olmayınca her şey tekrar tekrar kullanılmış. Amerikalılar bomba mı patlattı, ortalık sakinleştikten sonra etrafa saçılan parçaları toplar; eritip çivi, silah, kap-kacak, ne lazımsa üretirlermiş.

Hayatta kalmak karşılıklı geliştirilen taktiklere bağlıymış. Örneğin, tünellerin içindekilere oksijen sağlamak için açılan havalandırma delikleri bir süre sonra Amerikalılar tarafından fark edilip iz sürmek üzere eğitilmiş Alman köpekleri getirilince, Vietkong askerleri havalandırma deliklerinin hemen altında çili biberi yakıp köpeklerin burnunu paralize etmiş.

Bütün bunları dinledikten sonra, turistler geçebilsin diye genişletilmiş bir tünele girip 70 metre kadar emekleyerek ilerliyorum. Burasının genişletilmiş hali buysa, orijinal hali nasıldı acaba diye düşünmeden de edemiyorum. Bir iddiaya göre zaten turistleri gerçek tünellere götürmüyorlarmış, bunlar sonradan açılan sahte tünellermiş. Sahte ya da gerçek, bunlara ortalama bir Amerikan askerinin girmesine, Vietkong kovalamasına filan imkan ihtimal yok. Zaten o yüzden “tünel faresi” denen, kısa boylu, çelimsiz, ufak tefek ve çoğunlukla Avustralyalı ya da Yeni Zelandalı askerlerden oluşan bir grup çıkmış ortaya; tünellerin içine bunlar girip zehirli gaz basmış, bomba patlatmış. Savaş bittiğinde, 180.000 Viet Kong askerinden yalnızca 6.000’i hayattaymış.

“Vietnam küçük, ama gururlu bir ülkedir” diyor rehberimiz. “Gururluyuz, çünkü biz hiç savaş kaybetmedik. Çinliler geldi, yendik. Fransızlar geldi, yendik. Amerikalılar geldi, gene yendik.”

Şimdi bunu söylemesi kolay da rehber abla, 30 sene başını savaştan kaldıramamış olan nesle sorsak ne der acaba? Savaşma, seviş?

 

PAYLAŞ: