Napoli’deki ikinci günümüzde Birant’la buluştuk nihayet. Sabah biz hostelin terasında otururken geldi. Sarılıp hasret giderdik. Maceralarını dinledik bir süre. Bıraksan bütün gün oturacağız orada. Birant çantasını hostele bıraktı, saat 11’de sokağa çıktık.
Önce Napoli’nin kalbi sayılan ve Centro Storico denen tarihi bölgeye gittik. Burası, birbirini dik açıyla kesen dar ve uzun sokaklardan oluşan bir semt. Sokaklarda evlerin, dükkanların arasından yürürken aniden kocaman bir kilise çıkıyor karşınıza. Şaşırıp birkaç fotoğraf çeker ve ilerlerseniz 50 metreye kalmadan bir tane daha çıkacak. Elinizdeki rehber kitabı karıştırırsanız son derece önemli bir eser olduğunu okuyacaksınız. Ama, mesela, duvarını kiliseye dayamış binada oturan Francesca Teyze kanıksamış bu durumu, balkonda don asıyor sakin sakin. Zaten şehrin siluetini oluşturan bir numaralı kilit görüntü, balkonlarda ve binalar arasına gerilmiş iplerde sallanan işte bu çamaşırlar. Ne kadar çok çamaşır asılı olduğuna i-na-na-maz-sı-nız. Bir tek balkon boş olsun, bir tanecik binadan karşısındakine bir ip uzatılmış olmasın, mümkün değil. Ben karar verdim, Napolililer ıslak çamaşır fetişisti, deterjan kokusu bağımlısı.
Şehir epey karmaşık. Bu karmaşayı yaratan şehrin nev-i şahsına münhasır mimarisiyse, körükleyen de feci trafiği. Trafik feci dediysem aklınıza İstanbul trafiği gelmesin. Öyle makas atmalar, sinyal vermeden direksiyon kırmalar filan bu trafikte yok. Çünkü otomobillerin o kadar rahat hareket edebileceği yollar yok. Sokaklar dar olduğu için trafik canavarlığı görevi en önemli ulaşım aracı olan scooter’larda. Kalabalık scooter nüfusunun doğal sonucu da vuruk çarık otomobiller. Ufak kazalar kaçınılmaz. O kadar kaçınılmaz ki, önemli bir hasar olmadıkça ‘nasılsa yine vuracaklar’ diye kimse arabasını tamir ettirmiyor. Sokaklarda resmen sağlam araba yok. Bir ara üşenmedik, onbeş dakika boyunca çiziği, eziği, vuruk yeri olmayan arabaları sayalım dedik. 10’a kadar gelemedik.
Öğlen yemeği için Birant’ın elindeki rehber kitapta hararetle tavsiye edilen bir pizzacıya gittik: Pizzeria Sorbillo. Mahalle fırınının girişiymiş gibi duran kapısından girdik ve durmadan İtalyanca bir şeyler anlatan garsonun peşine takılıp arka tarafa ilerledik. Burası bizim Taksim’deki Bambi’yi andıran bir yer. Bambi’den farkı içeride sadece küçücük beş masa var. Tam onlardan birine oturmuştuk ki, hemen bizden sonra kapının önünde upuzun bir kuyruk oluştuğunu gördük. Meğer Napoli’nin en popüler pizzacısıymış burası. Geleneksel lezzet + ucuz fiyat kombinasyonu nedeniyle çok gözdeymiş. Size de, Napoli’ye giderseniz uğramanızı tavsiye ederim.
Aylak aylak sokaklarda dolaşmak güzel ama, ertesi akşam Sicilya’ya gideceğimiz için tren biletimizi ayarlamamız lazım. Ana istasyona gittik. Yine ‘suplemento’ filan dedi bir görevli. Artık memura nasıl bir surat ifadesiyle baktıysak “Para ödemek istemiyorsunuz, değil mi!” dedi anlayışlı bir sesle. “O zaman diğer gara gideceksiniz, Napoli Campi Flegrei’ye”. Sevinerek metro durağına indik. Aaa, etraf bir kalabalık, bir kalabalık… Kızlı erkekli grupların üzerinde formalar, ellerinde bayraklar… Maç vaaar!!! Hep birlikte gelen vagonlara doluştuk. Birkaç durak sonra Campi Flegrei’de bütün kalabalık da bizimle birlikte inmez mi? Emrah, Birant ve ben bir an için göz göze geldik ve neden olmasın diyerek kalabalıkla birlikte sürüklenmeye başladık. Gidiyoruz ama, neye gidiyoruz, kimin maçı, bilet bulur muyuz, hiçbir fikrimiz yok… Sürüklenerek stadın önüne gelip sağa sola sorunca öğrendik ki, maç İtalya-Litvanya Avrupa Şampiyonası eleme karşılaşması. Doğal olarak biletler çoktan tükenmiş. Biz şaşkınlar, tam da maça gidiyoruz diye havaya girmiş olduğumuzdan, moral çöküntüsü içerisinde, kös kös geri döndük 🙂
Sicilya biletlerimizi ayarladıktan ve hostelde bir duş aldıktan sonra yemek için tekrar şehir merkezine döndük. Bu sefer bir arkadaşımızın tavsiyesi üzerine, bizim Beyoğlu’ndaki Kavala meyhanesini andıran Brandi adında meşhur bir lokantaya gittik. Hakikaten meşhurmuş burası, kapıdaki görevli “sizi listeye yazdım, masanız 11’de hazır olur” demez mi? Dikkat buyurun, gece 11! Ne yapalım, masa hazır olana kadar çevrede dolanmaya karar verdik. Cumartesi gecesi olduğu için bütün Napoli gençliği aleme akmış. Meydan ve caddeler tıklım tıklım. Aleme akmanın raconu erkekler için nedir bilemiyorum, fakat kızlar için kesinlikle, ama kesinlikle kısa şort ve altına çizme giymek. Bir çeşit altı kaval üstü şeşhane durumu. Çingene çalar, Kürt oynar da diyebiliriz. Benim ayaklarım sandaletle bile pişerken İtalyan kızlar kışlık Harley Davidson’ları ve kovboy çizmeleriyle seksapellerinden emin, dolanıyorlar. Canım, hava binbeşyüzse ayaklar su toplamış, kime ne, değil mi ama 🙂