Görmediğim hayvan kaldı mı?
Birkaç yıl önce bir üniversitede yaptığım konuşma esnasında bir öğrenci “Görmediğiniz bir hayvan kaldı mı?” diye sormuştu.
Sorunun gayet tuhaf olduğunun farkındayım. Trilyonlarca hayvanı bizzat görmüş bir insan var olabilir mi? Elbette sorunun kastının “Doğal ortamında görmediğiniz büyük bir hayvan kaldı mı? ” olduğunu anlamıştım. Tak diye yapıştırdım cevabı: AYI.
Halbuki ayı görmüştüm. Hem de onlarca kez.
“Ne bakıyorsun, ayı mı oynatıyoruz?“
Benim çocukluğumda İstanbul’da ayı oynatıcısı Çingeneler vardı. Kalabalık meydanlarda, duraklarda, kavşaklarda ya da trafik ışıklarında durur; bir yandan kollarının altına sıkıştırdıkları dümbeleği çalar, bir yandan burnundan zincirlenmiş zavallı hayvanı iki ayağı üzerine kalkmaya ve çaldıkları ritme eşlik etmeye zorlarlardı. Çok iyi hatırlıyorum, bu oynatıcılardan biri hep Dolmabahçe’deki saat kulesinin civarında gezinir, saraya gelen turistlerin önünde oynatırdı ayısını. O yıllarda televizyonda Gırgıriye diye bir dizi yayınlanır, başroldeki Müjdat Gezen “darbukatör” bir çingene olarak her bölüm sokaklarda ayısı Kocaoğlan’ı oynatırdı. Bugün her açıdan çok tuhaf ve kabul edilemez bulacağımız bu eylem, o zamanlar herkese son derece normal gelirdi.
Şehrin ortasında ayının ne işi vardı, bir insanın ayı sahibi olması nasıl mümkün olabiliyordu, biz bir ayının arka ayakları üzerine kalkıp sallanmasını ya da kendini yere atmasını neden eğlendirici buluyorduk, bunu yapan insanlara neden para veriyorduk, hiç bilmiyorum. Ama her gördüğümde içimin sızladığını, bakamadığımı ve kafamı başka yöne çevirdiğimi çok iyi hatırlıyorum.
Ayı oynatıcılığı Doğu Roma’ya tarihlenen çok eski bir Çingene mesleğiymiş. 1611-1682 arasında yaşayan Evliya Çelebi de, seyahatnamesinde İstanbul’da 70 kadar ayı oynatıcısı olduğunu belirtmiş. Yüzyıllar boyunca varlığını sürdüren bu manasız mesleğin nasıl başladığını bilmiyorum, ama nasıl bittiğine şahit oldum:
1990’ların başında, Batılı turistlerin şikayetleriyle Avrupalı bir hayvan hakları derneği kampanya başlattı. Türkiye’de de ünlüler, veterinerler ve nihayet Orman Bakanlığı da destek verdi. İstanbul sokaklarında işkence gören ayılar tek tek toplandı, Bursa’da Ovakorusu hayvan barınağına götürüldüler. Burada tedavi ve rehabilite edildiler. Eğitim sonrası kimileri doğal ortamlarına döndürüldü, kimileriyse emekliliklerini barınakta geçirdikten sonra öldü. Ayıların hamamda kocakarıların nasıl bayıldığını göstermesi de böylece sona erdi.
Alaska tipi toplu taşıma: Deniz Uçakları
O soruya boşuna tak diye “ayı” cevabını vermemiştim. Çocukluğumun ayı oynatma gösterilerini bir tarafa bırakırsak, gerçekten de şu yaşıma kadar doğal ortamında göremediğim az sayıda büyük canlıdan biriydi ayı. O yüzden 2019 yazında Alaska’ya ayak basar basmaz ilk yapmak istediğim, dünyanın en büyük hayvanlarından olan Alaska bozayısının yaşadığı uzak bölgeleri ziyaret etmekti.
Bir sabah erkenden, benim gibi ayı görme sevdasına kapılmış Aylak Gezi Kulübü’nün kıymetli üyeleriyle birlikte, Alaska’nın başkenti Anchorage’ın biraz dışında bulunan Hood Gölü’ne gittik. Göl kıyısına yanyana inşa edilmiş deniz uçağı iskelelerinin çokluğu beni hayrete düşürdü. Hiç bu kadar çok deniz uçağını bir arada görmemiştim. Alaska’da uçuş lisansı sahipliğinin neredeyse otomobil ehliyeti kadar yaygın olduğunu duymuştum. Bölgede kara veya demiryoluyla gidilebilecek yerler sınırlı, uçmak bazı durumlarda tek çözümdü. Bu pırpır garajı çokluğunun da gösterişin değil ihtiyacın göstergesi olduğu açıktı. Deniz uçakları Alaska’nın adeta toplu taşıma aracıydı.
Alaska ’da bizim gibi bozayıları yakından görmek isteyenlerin gözlem turlarından birine katılarak mevsime göre gidebileceği birkaç rota var: Haziran ayında Clark Gölü Milli Parkı, Temmuz ve Ağustos’ta ise Katmai Milli Parkı (Brooks Şelalesi) veya Kodiak Adası. Hepsine uçmak gerekiyor. Anchorage’dan 75 ila 120 dakika arasında süren uçuşlar dışında bu bölgelere ulaşım yok.
Biz seyahatimizi Haziran başına denk getirdiğimizden rotamız Clark Gölü Milli Parkı olacaktı. Hood Gölü’ne varınca Rust’s Flight Service’in kapısını çaldık ve pilotumuz Greg ile tanıştık. Yıllardır pilotluk yapan Greg uçuşla ilgili güvenlik brifingi verdikten sonra bozayıların son günlerde Chinitna Koyu’nda görüldüğünü bildirdi, Clark Gölü’nde tam olarak nereye gideceğimiz de böylece netleşmiş oldu. Kağıt kürek işlerini de hallettikten sonra küçük uçağa yerleştik ve çok geçmeden pıt diye havalanarak Anchorage’ı ardımızda bıraktık.
Yetmişbeş dakika süren uçuşumuz nefis manzaralarla dolu geçti. Rotamız üzerinde bulunan dört aktif volkandan biri, en son 1989’da püskürmüş, üzeri karla kaplı Redoubt Yanardağı, zirvesinin etrafı sanki beyaz bir bulut tarafından sarılmış gibi, tütmeye devam ediyordu. Greg’in bazı tepeleri adeta sıyırarak geçmesi zaman zaman yüreğimizi hop ettirmedi desem yalan olur. Sonunda Chinitna Koyu göründü. Greg, önde oturan bana dönüp koyun varla yok arası incecik kumsalını göstererek “İşte şurası ineceğimiz pist, sıkı tutun” dedi. Su üstünde kayan çakıl taşı gibi seke seke kumsala indik.
İndiğimizde bizi karşılayan rehberlerimiz, önce üstümüzde herhangi bir yiyecek olmadığını sıkı sıkı kontrol etti. Omzu tüfekli, beli spreyli, eli dürbünlü bu üç kişilik dev kadroyla dörtçeker bir minibüse bindik. Binerken Greg’le vedalaştık. Tecrübeli pilotumuz arkamızdan “tek parça dönün” diye seslendi, sonra durakladı, “ya da sadece dönün“!
Alaska’nın bozayısı “Grizzly“
Minibüsümüz Chinitna Koyu boyunca biraz ilerledi. Fazla gitmemiştik ki, ilk Alaska bozayımızı suya girmiş serinlerken gördük. Çekine çekine minibüsten indik. Aramızdaki 80-100 metrelik mesafeye rağmen rehberler daha fazla yaklaşmamıza izin vermedi. Biz ne kadar sessiz olmaya çalışsak da ayı bizi fark etti ve arkasını dönüp hızla uzaklaştı. Fotoğraf filan çekmeye fırsat bulamamıştım bile. Hayalkırıklığı için baş rehbere döndüm: “Kaçtı bu bizden! Hani tehlikeliydi? ”
Gülerek kulağıma fısıldadı: “Sizin oraları bilmiyorum, ama Alaska ’da bir bozayıyla karşılaşmak insan için ölümcül risk ihtimali taşır. Güvenli bir mesafeden gördüğün için sevinmelisin. Ve merak etme, daha göreceğimiz ayılar var.”
Amerika’da toplam 55.000 civarında grizzly yani bozayı bulunuyor, bunların 30.000’i Alaska ’da yaşıyor. Grizzly elbette öncelikle rengiyle ayırt ediliyor. Kahverengi, uçlara doğru altın rengine dönen, ışık vurdukça dalgalanan kürkü hayvanın alamet-i farikası. Ayrıca yuvarlak küçük kulakları ve sırtındaki kamburu onu diğer ayılardan ayırıyor (Örneğin, Alaska’daki yaygın diğer tür olan siyah ayının böyle bir kamburu yok, kulakları da daha büyük ve sivri).
Bozayılar sonbahardan ilkbahara kadar altı ay boyunca kış uykusuna yatıyorlar. Kış uykusu esnasında hiç yemek yemiyor, hiç dışkılamıyorlar. Uykuya hazırlık için yaz boyunca yiyip içip yağlanıyor, kendi ağırlıkları kadar kilo alarak cüsselerini iki katına çıkarıyor ve bahar geldiğinde tekrar yarıya düşmüş, tabir-i caizse bir deri bir kemik kalmış olarak uyanıyorlar.
Bozayıların ana besini somon balığı. Somonun yağlı içeriği nedeniyle Alaska ayıları dünyadaki diğer ayılardan daha iri oluyor. Ancak ayılar somonu yalnızca Temmuz ve Ağustos aylarında, balığın göç mevsiminde avlayabiliyor. Somon mevsimi dışında genellikle otluyor; başta yavruağzı renginden ötürü salmonberry denen dağ çileği olmak üzere böğürtlen, ahududu, çilek gibi meyvelerle besleniyorlar. Kum midyesi ve solucanlar da bozayıların zevkle mideye indirdiklerinden. Ayrıca bulabildikçe geyik, sincap, koyun, bizon ve hatta siyah ayıların etinin tadına da bakıyorlar. Somon mevsimi başlayana kadar bir bozayının güç toplamak için günde ortalama 40 kg ot ve meyve yediği biliniyor.
İki metrelik boyu, 180 ila 360 kg arasındaki gövdesi, yüzme-koşma-tırmanma konusundaki üstün becerileriyle doğal ortamında karşılaşmak istemeyeceğiniz bir yabani hayvan bozayı.
Ancak diğer taraftan kendisi Amerikalı çocukların şu meşhur Teddy Bear’i aynı zamanda. İnsanlar için bu kadar tehlikeli ve korkunç bir hayvanın çocukların gece uyurken sevgiyle sarıldığı, güven veren, sevimli mi sevimli bir oyuncağa dönüşmüş olması çok tuhaf gerçekten. Gelin onun da hikayesini anlatayım size:
Teddy Bear’in hikayesi
Teddy Bear adını Amerika Birleşik Devletleri’nin 26. Başkanı Theodore Roosevelt’ten alıyor.
1902’de Roosevelt’in Missisippi’de katıldığı bir av partisinde herkes bir hayvan vurup da uzun süre geçmesine rağmen Roosevelt bir şey vuramayınca, kendilerince başkanın itibarını korumak isteyen yardımcıları koşturup bir siyah ayı yakalamış, bir söğüt ağacına bağlayıp Roosevelt’e haber vermişler, gelip ayıyı vursun diye. Durumu sportmenliğe aykırı bulan Roosvelt ayıyı vurmayı reddetmiş.
Büyük bir avcı olarak tanınan başkanın bu asil davranışı bir anda ülkenin bütün gazetelerine yansımış. Hikayeyi hicvetmek isteyen bir karikatürist Washington Post’a sevimli bir karikatür çizmiş. Karikatürü gören Morris Michtom isimli bir oyuncakçı da içi doldurulmuş bir oyuncak ayı hazırlayıp Roosevelt’ten ismini kullanma iznini de aldıktan sonra “Teddy’nin Ayısı” yazıp vitrinine koymuş (Fakat Michtom’ın ürettiği Roosevelt’in vurmayı reddettiği gibi siyah değil, bozayıymış). Ayı bir anda o kadar popüler olmuş ki, Michtom ayrı bir oyuncak şirketi kurmak zorunda kalmış.
Sevimli ayıcık 100 küsur senedir Amerika’da çocukların en sevdiği oyuncak olmaya devam ediyor. Gerçek hayattaysa bozayının insanlar için böyle canayakın, tatlı bir varlık olduğunu söylemek zor. Bizim ülkemizde bir devlet başkanının adını oyuncak ayıya vermeyi denemek ise bizzat ayının saldırısına uğramaktan daha tehlikeli olabilir.
Bir ayı ile karşılaşmaktan kaçınmak için ne yapmalı?
Diyelim ki, Alaska ’ya bizim gibi ayı gözlemi yapmak için değil, baş döndüren manzaralara sahip güzel doğasında güven ve huzur içinde uzun uzun yürüyüş yapmak üzere geldiniz. Yani hedefiniz bir ayıyla karşılaşmamak!
Her şeyden önce bilmemiz gereken şu: Ayılar normalde insanlara yaklaşmaktan kaçınıyor. Her iki taraf için de plansız ve ani karşılaşmalar tehlikeli.
Üzerinizde yiyecek taşımayın. Her türlü gıdayı ve organik çöpü ayıların açamayacağı konteynerler ya da variller (bear cannister) içinde saklayın. Gıdanın kokusunu alan aç ayı kilometrelerce öteden gelir.
Doğada yürürken ölü bir hayvan bedeni veya iskeleti gördünüz. Hemen oradan uzaklaşın. Muhtemelen onu yiyen bir ayı yakınlardadır ve kemikleri sıyırmak için geri dönecektir.
Ayıların somon avlamaya geldiği sığ dere yataklarından ve böğürtlen yetişen çalılıklardan uzak durun.
Doğada dolaşacaksanız kalabalık bir grup olun. En az 6 kişi. Ayılar insanları sevmiyor (Kesin bilgi).
Yürürken gürültü patırtı çıkarın. Yüksek sesle konuşun, bağıra çağıra şarkı söyleyin, hatta çıngırak takın. Geldiğinizi ayılara haber verin. Yaklaşmazlar. Tekrar edeyim, ayılar insanları sevmiyor.
Yürürken bir ayı yavrusu görürseniz hemen oradan uzaklaşın. Anası yakınlardadır ve sizi gördüğüne hiç memnun olmayacaktır. Neden? Çünkü ayılar insanları sevmiyor.
(Alaska ’da yaşayanlar ayrıca, büyük ve küçükbaş hayvanlarını elektrikli çitler ardında tutarak, evcil hayvan yemlerini asla sokağa dökmeyerek, çöplerin tamamını garaj gibi kapalı alanlarda tutarak, meyveleri olgunlaşmadan toplayarak önlem alıyor).
Ayı ile karşılaştık. Son duamızı edelim mi?
Son duadan önce yapmanız gereken, Alaska ’ya gelince size itinayla öğrettikleri birkaç dünyevi şey var. Sırayla göz atalım.
Bir biber spreyi edinin. Ayılara karşı kullanılmak üzere hazırlanan bu spreyler Alaska’da her köşe başında satılıyor. Ayı saldırısına uğramanız durumunda, gerçek manada tek kurtuluşunuz bu spreyler.
Spreyi alıp sırt çantanıza atmak gibi bir salaklık yapmayın tabii. Saniyeler içinde ulaşabileceğiniz bir yerde durmalı. Ayı gözlem turlarını yaptıran tüm rehberler mutlaka birer tane taşıyor. Bir kancayla (cep telefonu ya da tabanca gibi) pantolon kemerlerine takıyorlar. Demek ki neymiş, Alaska’ya giderken bavula kemer konacak 🙂
Ayıyla karşılaştınız. Durun. Aranızdaki mesafeyi kontrol edin. Ayı size doğru yaklaşmıyorsa, çok yavaşça ve geri geri uzaklaşın. Ayıya sırtınızı dönmeyin.
Koşmayın. Koşarsanız ayı sizi av olarak görerek arkanızdan gelecektir. Hiç şansınız yok.
Ağaca koşup tırmanmaya, nehre atlayıp yüzmeye çalışmayın. Ayı hepsinde sizden iyi.
Bağırmayın. Gürültü yapmayın. Bunları karşılaşmadan önce yapmanız gerekiyordu. Artık çok geç. Karşılaştıktan sonra çok sessiz olun, ayıyı tahrik etmeyin (Ancak -bakın burası çokomelli- boz değil siyah ayıyla karşılaştıysanız aksine, bağırın, kollarınızı kaldırın, postürünüzü büyütüp gürültü çıkararak ayıyı korkutmayı deneyin).
Ayıyla göz göze gelmeyin. Ne demiştik? Ayılar insanları sevmiyor.
Ayı size yaklaşıyorsa ve aracınız çok yakındaysa, üzerinizdeki kıyafeti veya çantanızı çıkarıp ayının dikkatini çekecek şekilde ters yönde uzağa fırlatın. Ayı ona dönerse araca koşun.
Ayı yaklaşıyorsa ve kaçamayacak durumdaysanız; yere yatın, cenin pozisyonu alın, ellerinizi boynunuzun etrafınıza sarıp koruyun ve uzun süre hareketsiz kalarak ölü taklidi yapın. Ayının amacı sizi yemek değilse bir süre sonra uzaklaşacaktır.
Elektrikli şok aletiniz varsa kullanın. Ancak bu size ayının sersemleyeceği birkaç saniye kazandırır. Yakınlarda sığınacağınız bir kulübe ya da araç yoksa fazla işe yaramıyormuş.
Tetik çekmeyi seven Amerikalılar ayıyla karşılaşınca silahlarına davranıyor. Varsa siz de kullanın. Ancak ayı saldırılarının yarısından fazlası silah kullanan kurbanın ciddi yaralanmasıyla bitiyormuş. İstatistiklere göre biber spreyi daha koruyucu.
Ayıyla karşılaştınız, baktınız aç ve sizi yemeğe kararlı, koşarak üzerinize geliyor. Hah, şimdi neye inanıyorsanız ona son duanızı etmek için birkaç saniyeniz var. Sizi tanımak güzeldi, elveda!
Chinitna Koyu’nda bozayılarla iki saat
Minibüsten inip ilk gördüğümüz ayıyı kaçırmayı başardıktan sonra, yüksek yeşil otların arasında yayan ilerleyerek göle dökülen derelerden birinin kıyısına geldik. Suyun diğer tarafı tam da ayıların sevdiği gibi protein oranı yüksek sazlıklarla çevrili, arkası geniş bir düzlüktü. Dürbünüyle karşı kıyıyı tarayan rehberimiz yeşilliklerin arasında bir karaltıyı gösterdi. Bana karınca kadar küçük görünen karaltı bir boz ayıydı. Ve çok geçmeden kıyıya gelmiş tüm heybetiyle bana bakıyordu.
Ağaçların altında gölgelik yerleri belleyip yerleştik ve sakince suyun diğer yanındaki düzlüğü izlemeye koyulduk. Karınca kadar görünen karaltılar yavaş yavaş büyüdü ve sayısı arttı. Aynı anda 8 bozayı saydım. Bazılarının çok genç, hatta yavru olduğunu uzaktan bile seçebiliyordum. Ancak küçükler ve anaları asla bize yaklaşmadılar. Yakına gelen erkek ayıların ise otlara serilip dakikalarca şekerleme yaptığını görünce “kışın yeterince uyumadınız mı yahu!” diye gülmekten kendimi alamadım.
Ne zaman biraz suya yaklaşmaya ya da sağa sola yürümeye yeltensem rehberlerden biri nazikçe uyarıyordu. O karşıda yan gelmiş yatan tüylü tombalak şeyin yanımda bitivermesi 10 saniye bile sürmezdi! Uyarıyı duyuyordum duymasına, yine de zihnim inanmakta zorlanıyordu o koca cüssenin o kadar hızlı hareket edebileceğine. Rehberlerimizden biri, “istese çaktırmadan arkamızdan dolanır, bizi burada kıstırır” deyiverdi. Bu cümleyi duyunca, devrilmiş kütüklere sırtını vererek kaykılmış yatan grubumuz yerinden doğruldu. Ne?! Ne yapacaktık o zaman?
Ayılar saldırıya hamle ederse rehberler güçlü uyuşturucu kapsüllerle doldurulmuş tüfeklerini kullanıyor. Elbette öncelik insan hayatı. Ancak Chinitna Koyu’nda yaşayan 294 adet bozayıyı çocukları gibi seven bu insanlar için savunma amaçlı dahi olsa ayıları vurmak, hatta tüfeği geçtim, biber spreyi kullanmak dahi son derece istenmeyen, üzüntü verici bir ihtimal. Rehberler bu ihtimalden kaçınmak için gerekli olan her şeyi yapmaya hazırlar. O yüzden belirledikleri mesafeyi bir metre bile ihlal etmenizi hoş görmüyor, uyarıyı yapıştırıveriyorlar. Bu sebeple ayıları çok yakın mesafeden görmek normal şartlarda pek mümkün değil.
İki saatimizi suyun iki yakasında ayılarla karşılıklı birbirimizi süzerek geçirdikten sonra rehberlerimiz bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimizi anons ettiler. İstemeye istemeye toparlandık ve otların arasından minibüsümüzü bıraktığımız yere doğru yürümeye koyulduk. İşte o anda bir bozayı daha karşımıza çıkıverdi. Göl kıyısında yiyecek bir şeyler arıyordu. Bölge ayılarını kendi akrabalarından daha iyi tanıyan, bir bakışta hangisinin hangisi olduğunu ayırabilecek seviyedeki rehberimiz bu karşımıza çıkan grizzly’nin az önce karşı kıyıdan bize bakanlardan biri olduğunu söyledi. Tam da anlatmaya çalıştığı gibi, arkamızdan dolanmış ve önümüze çıkmıştı. Şöyle hafif bir titredim. Ve fotoğraf makineme davranıp filme aldım kendisini. Benim silahım da buydu işte efendim!
Video: Enda Kesim
Greg pırpırın yanında bizi bekliyordu. Korktuğunu başına getirmemiş ve dönmüş, hem de tek parça dönmüştük. Mutluluk içinde bizi Anchorage’a geri uçurdu.
Ayı gözleminin maliyeti
Ayı gözlemi pahalı bir deneyim. Hem Alaska ’daki turizm sezonunun çok kısa olması (15 Mayıs-15 Eylül), hem bölgede uçmak dışında ulaşım alternatifinin olmaması, hem de uçuş mesafesinin epey uzun olması nedeniyle oldukça yüksek bir meblağı gözden çıkarmak gerekiyor.
Biz Chinitna Koyu’na gitmek için kişibaşı 830 USD ödedik. Ancak bu yazıyı yazarken kontrol ettiğimde ücretin 895 USD’ye yükseldiğini gördüm. Katmai Milli Parkı ve Kodiak Adası gözlem turu ücretleri -mesafe daha uzun olduğu için- daha da yüksek.
Peki bu ücreti ödemeye değer mi? Alaska ayılarını bulmak ve görmek kolay değil. Mevsim, mesafe, ulaşım kısıtları söz konusu. Buna rağmen, dünyanın diğer bölgelerindeki benzer deneyimlerle (örneğin doğada yalnızca 1000 civarında kalmış dağ gorilleriyle yakın temas vakit geçirebildiğiniz bir yağmur ormanları ziyaretiyle) karşılaştırıldığında, kişisel olarak bu gözlem turunun ederinin daha düşük olması gerektiği kanaatindeyim. Aktivitenin Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşmesi ne yazık ki ücreti yükseltiyor. Diğer taraftan doğanın en büyük hayvanlarından biriyle karşı karşıya durup göz göze gelmek hiçbir meblağın ölçemeyeceği kadar kalp ritminizi hızlandıracak, zihninize derin çizikler atacak bir hatıra.
Son söz: Teddy Bear’i oyuncakçı dükkanı dışında görmek isteyen maceraperestler, Alaska sizi bekler!
Aylak Gezi Kulubü’nün Alaska turu hakkında detaylı bilgi şurada.
Tüm ’60 Saniyede’ videoları şurada.