Bavyera’nın başkenti, çağdaşla geleneselin karışımı ve dünyanın en büyük 10 festivalinden birinin evsahibi: En az 30 kere gittiğim Münih için hap gibi bir gezi rehberi veriyorum size, buyrun…
Münih’in kalbi: Marienplatz
Münih’te şehrin kalbi Marienplatz’da atar. Geçmişle bugünün birbirine karıştığı yer de diyebiliriz burası için. Turistler kadar şehrin yerlilerinin de meydanı doldurduğu doğrudur.
Meydanın en dikkat çekici yapısı, bir kenarını boydan boya kaplayan Belediye Binası ‘Rathaus’. Neogotik stilde inşa edilmiş bina aslında yeni, 20. yüzyılın başından kalma. Az ötesinde, kendisinden 400 yıl daha yaşlı olan ve bugün Münih Oyuncak Müzesi’ne ev sahipliği yapan, eski Rathaus bulunuyor.
Marienplatz’da iken Yeni Belediye Binası’nın ön yüzünde gerçekleşen kukla şovunu kaçırmayın. 1908 yılından beri her gün saat 11:00, 12:00, 17:00 ve 21:00’da tekrarlanan bu gösteri şehrin tarihinden bir parçayı canlandırıyor: V. Wilhelm ile karısı Renate’nin 1568’deki düğününü. 16 kukla ve 43 çanın dahil olduğu gösterinin üst katında şövalye Wilhelm’in rakibini alt edip Renate ile evlenmeye hak kazanması temsil edilirken, alt katında kuklaların geleneksel Schäffler Dansı yaptığını izleyebilirsiniz. Tabii bu kadar detayı seçebilmek için son derece keskin gözlere veya iyi bir dürbüne ihtiyacınız olacak.
Frauenkirche
Adını şehrin koruyucusu kabul edilen Meryem’den alan Frauenkirche’nin Münih’in simgesi kabul edilen yapılardan biri olduğunu bilen, duyan çoktur. Ama kimi eski kralların mezarlarının da burada olduğunu, hatta şeytanın bile merak edip kilisenin içine girdiğine inanıldığını bilen pek azdır.
Frauenkirche 15. yüzyılda yapılmış, tam 20.000 kişi kapasiteli bir katedral. Ucuz olsun diye kırmızı kiremit tuğla kullanılarak inşa edilmesine rağmen, sıra kulelere geldiğinde para tamamen suyunu çekmiş. Kuleler ancak otuzaltı sene sonra tamamlanabilmiş. İşte bu ‘Romen davlumbazı’ da denen, soğan başlı, ikiz çan kuleleridir bugün kilisenin şehrin simgesi kabul edilmesinin sebebi. 2004’te belediye meclisi aldığı bir kararla şehirde Frauenkirche’nin kulelerinden daha yüksek bina yapılmasını yasaklanmıştır. O yüzden yaklaşık 100 metre yüksekliğindeki bu gotik kuleler Münih’in neredeyse her yerinden net bir şekilde görülebilir.
Kuleye çıktığınızda şehrin en güzel manzarası, hele hava açıksa ta Alpler’e kadar karşınıza serilir. Ne yazık ki, hali hazırda devam eden restorasyon çalışmaları yüzünden bu zevkten bir müddet mahrum kalacaksınız. Manzarayı kuşbakışı görmek için alternatif tavsiyem, yine çok yakında yer alan Aziz Peter Kilisesi’nin kulesine çıkmanız.
Viktualienmarkt
Münih’e giden lezzet düşkünlerinin uğraması gereken noktalardan biri Viktualienmarkt. Şehrin en merkezi yerinde, Marienplatz’a çok yakın bir noktada bulunan bu açıkhava pazarı 19. yüzyılın başında kralın emriyle kurulmuş ve o tarihten beri yeri hiç değişmemiş. Tezgahlarında bulunabilecek çeşit çeşit peynirler, tropik meyveler, baharatlar, bal, tereyağı, değişik av etleri gibi ürünler batılı gurmelerin kilometreler teperek buraya gelmesine sebep oluyor. Fırınlardan nefis kokuları gelen taze hamur işlerini, büfelerde satılan Alman sosislerini de unutmayalım.
Vitualienmarkt’ın bir diğer özelliği, şehrin en büyük taze çiçek pazarı olması. Pazarın hemen hemen yarısını çiçek satıcıları oluşturuyor. Şık buketlerle dolu tezgahların arasında gezerken Marienplatz’da sevdiğiyle buluşacakların önce buraya uğradığını gözlemleyebilirsiniz.
Gitmişken pazarın içinde bulunan Biergarten’da soluklanabilirsiniz. Özellikle güzel havalarda burada bir yandan bir şeyler atıştırıp bir yandan pazarda alışveriş edenleri izlemek çok hoş, ancak yer bulmak kararlı ve ısrarlı bir bekleyiş gerektiriyor.
Bira Müzesi
Münih, kendisini biranın anavatanı olarak tanımlar. Muhtemelen de doğrudur. Yüzyıllarca manastırlarda geleneksel yöntemlerle bira üretilmiş. Ortaçağda biracılık fırın işletmek ya da kasaplık yapmak kadar önemli ve gerekli bir meslek addedilir, bira temel gıdalardan biri kabul edilirmiş. Bugün de şehrin yaşam kültürünün ana öğelerinden biri. Günün her saati, kadın erkek herkes tarafından tüketildiğine şahit olabilirsiniz.
Münih’te günlük hayatın böylesine vazgeçilmez bir unsuru olan biraya adanmış bir müze olmaması düşünülemez. Çoğu kimse bilmez, ama Marienplatz ile Isartor arasında kalan sokaklardan birinde, Münih’in en eski evlerinden biri bulunur. Tarihi 1340 yılına dayanan bu ev yakın zamanda restore edilip Bira Müzesi olarak hizmet vermeye başladı.
Bavyera birasının reçetesi 1487’de belirlenmiş: Arpa maltı, şerbetçiotu ve su. Başka hiçbir madde olmayacak! 1516’da kanunlaşan bu reçete, o gün bugündür Bavyera Saflık Kanunu olarak biliniyor.
Bira Müzesi’ne giderseniz, önceden rezervasyon yaptırmak şartıyla, Bavyera biralarını deneyebileceğiniz bir tadıma katılabilirsiniz. Biranın tarihi, üretim tekniği, tür ve çeşitleri, sunumu ve hangi menüye hangi biranın eşlik edeceği üzerine bilgi edineceğiniz bu turda duyularınızı kullanarak farklı biraları tanımlamayı da öğreneceksiniz. Bu açıdan şarap tadımından aşağı kalır bir yanı yok bira tadımının. Müzenin sommelier’leri en iddialı biraseverlerin bile burada katıldıkları kör tadımlarda şaşıracaklarını söylüyor.
Bira Müzesi yıl boyunca Salı-Cumartesi günleri, saat 13:00 – 18:00 arasında ziyarete açık ve ücreti 4 Avro.
Oktoberfest
Sıra geldi Münih’in en önemli etkinliğinden bahsetmeye.
Kelime anlamı Ekim Bayramı olan Oktoberfest, her yıl yaklaşık 6 milyon kişinin ziyaret ettiği, dünyaca ünlü bir etkinlik. Doğduğu şehirle o kadar özdeşleşmiş ki, Münih deyince Oktoberfest, Oktoberfest deyince Münih geliyor insanın aklına.
Festivalin başlangıcı 1810 yılına dayanıyor: Bavyera’nın Veliaht Prensi Ludwig ile Prenses Therese von Sachsen-Hildburghausen evlenecektir. Kutlamalar için yapılacak gösterişli etkinlikler üzerinde kafa yorulmaktadır. Subayların, bakanların, asillerin fikir yürüttüğü bu ortamda düşük rütbeli bir muhafız çıkar ve Prens ile Prenses’in onuruna bir at yarışı düzenlenmesini teklif eder. Sarayda kulaktan kulağa yayılan bu öneri kral tarafından da duyulup benimsenir. Genç çift 12 Ekim 1810’da evlenir, 17 Ekim’de ise beklenen yarış, şehrin o zamanlar biraz dışında kalan geniş bir arazide düzenlenir.
Halkın çok sevdiği bu eğlence her yıl aynı tarihlerde tekrarlanmaya başlar. Her sene bir öncekine göre daha kalabalık, süresi biraz daha uzun olur. Ancak yıllar geçtikçe kimi zaman savaşlar, kimi zaman kolera salgınları, kimi zamansa ekonomik bunalım engel olur Oktoberfest’in düzenlenmesine.
Günümüzde Oktorberfest Eylül ortasında başlıyor ve Ekim’in ilk pazar günü bitecek şekilde üç hafta sürüyor. Düzenlendiği arazi de bugün Prenses’in adıyla, Theresienwiese olarak anılıyor. Bu üç hafta boyunca kullanılacak ahşap çadırlar bugün artık şehrin içinde kalan Theresienwiese’de haftalar öncesinden kurulmaya başlanıyor. Ondört tane büyük, yirmi tane küçük ‘çadır’ inşa ediliyor alana. Bunlardan altı tanesi geleneksel olarak Münihli bira üreticilerine ait, zira Oktoberfest’te sadece Münih birası servis ediliyor. Büyük çadırlarda ‘Maß’ denen bir litrelik kocaman bardaklarda servis edilen biradan içip hep bir ağızdan söylenen Bavyera türkülerine eşlik edilirken, küçüklerde ‘Lebekuchen’ denen, kocaman zencefilli çörekler ya da sosisli sandviçler satılıyor.
Artık at yarışı düzenlenmese de, bu rengarenk yerde eğlenceli lunapark oyuncakları eksik değil elbette. Bunlar arasında en popüleri belki de ‘Toboggan’. Yokuş yukarı hızla dönen bir yürüyen bandın üzerinde dengede durarak, yolun sonunda yer alan kuleye çıkmaya çalışmak diye tarif edilebilecek Toboggan, kendisini deneyenlerden ziyade, onları izleyenleri eğlendiriyor.
Her gün sabah onbuçuktan akşam onbuçuğa kadar açık olan Theresienwiese’ye giriş ücretsiz, ancak çadırlarda yer bulmak epey zor. Aylar önce yapılan rezervasyonlar, kapıda ya da içeride tanıdık ayarlamalar Oktoberfest’in olmazsa olmazları. Hava güzelse açık havada oturabilir, ancak bu durumda içeride sahne alan yerel grupların müziklerini kaçırabilirsiniz.
Size bir ipucu: Münihliler Oktoberfest’e Oktoberfest demez, ‘die Wiesn’ der. Giderken de yıl boyu dolapta tuttukları geleneksel Bavyera kıyafetlerini çıkarıp giyer. Sabah metroda, otobüste askılı deri şortu, dizine kadar çekilmiş çorapları ve tüylü şapkası ile işe giden bir Alman görürseniz şaşırmayın. Ofiste işini erken bitirip Theresienwiese’ye geçecektir. Bu geleneksel kıyafetlerden erkekler için olanına Tracht, kadınların giydiğine ise Dirndl deniyor. Dünyanın dört bir tarafından Oktoberfest’i ziyarete gelen turistlerin de çok ilgisini çeken Tracht ve Dirndl şehirde bir çok yerde satılıyor ve kaliteli örnekleri hiç de ucuz değil.
Münih gezinizi Oktoberfest zamanına denk getiremezseniz üzülmeyin. Marienplatz’ta yer alan meşhur Hofbräuhaus’a giderseniz bir yandan Münih birası içip Alman mutfağının klasiklerinin tadına bakarken, bir yandan da Alp Dağları’nın şarkı söyleme stili ‘jodeln’i işin profesyonellerinden dinleyebilirsiniz.
Münih’in diğer görülmeye değer yerleri arasında Nymphenburg Sarayı, İngiliz Bahçesi (Englischer Garten), Alman Müzesi (Deutsches Museum), Hellabrunn Hayvanat Bahçesi (Tierpark Hellabrunn), modern ve çağdaş sanatın seçkin örneklerini görebileceğiniz Eski ve Yeni Pinakothek (Alte und Neue Pinakothek) de bulunuyor.
Münih içindeki gezinizi tamamladıktan sonra artık biraz da şehrin dışına uzanabilirsiniz.
Ingolstadt
Münih şehir merkezine bir saat uzaklıktaki Ingolstadt 16. yüzyılda Bira Saflık Kanunu’nun ilan edildiği yer. Nüfusu 130.000 kişi olan bu küçük şehir, başka bir çok özelliğiyle daha meşhur. Bir tarafı Tuna Nehri’ne yaslanmış şehrin diğer yönleri sağlam duvarlar ve burçlarla çevirilmiş. Bu tarihi istihkam duvarları o kadar ünlü ki, şehrin sakinleri tarih boyunca kendilerine bu duvarın içinde yaşayanlar manasına gelen ‘Schanzer’ diyegelmiş. Alman askeri mimarisinin en eski örneklerini burada görebilirsiniz.
Ayrıca, 18. yüzyılda İlluminati Cemiyeti’nin kurulduğu yer de burası. Mary Shelly’nin 1818’de kaleme aldığı Frankenstein romanı da bu küçük şehrin çok iyi korunmuş gotik, barok ve neoklasik binaları arasında geçiyor. Kendinizi hikayenin içinde hissetmek isterseniz gece hava karardıktan sonra düzenlenen Frankenstein temalı yürüyüş turlarına katılabilirsiniz.
Neuschwanstein Şatosu
Disney logosunda bulunan Uyuyan Güzel’in o masalsı, fantastik şatosunun gerçekte var olduğunu söyleyerek söze başlayalım. Disney’e esin kaynağı olan o şatonun adı Neuschwanstein ve Münih’e trenle 2,5 saat uzaklıkta bulunuyor.
19. yüzyılda yaşamış, gündüzleri kral, geceleri hayalperest II. Ludwig, çocukluğunun geçtiği yerde bulunan eski şato kalıntılarının üzerine yeni bir şato inşa etmeye karar verir. Başta Lohengrin olmak üzere, eski İskandinav destanlarının hayranı olan, hatta kendisini bu destanlardaki şövalye ruhlu kahramanlara benzeten II.Ludwig, yaptıracağı yeni evininin görkemli bir Ortaçağ şatosu gibi görünmesini arzu eder.
İnşaat için sarayın kaynaklarını değil, kendi parasını kullanır. Amacı kendi zevkine göre şekillendireceği, kafasını dinlemek için kaçacağı, yaşlandığında sığınacağı, saraya alternatif bir yer yaratmaktır. Şatonun mimari tasarımı ve iç dekorasyonuyla bizzat uğraşır. Hayranı olduğu, aynı zamanda yakın arkadaşı Richard Wagner’in operalarındaki destansı temaları şatonun duvarlarına resmettirir.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz. İnşaat yıllar sürer ve planlanandan çok daha pahalıya patlar. Ludwig’in şahsi kaynakları tükenince borç alınır. Ancak şato para yutan bir kör kuyu gibidir. Borçlar borçları kovalar. 1886’da borçlarını denetlemeye gelen bir yetkiliyle birlikte II. Ludwig şüpheli bir şekilde ölür. Şatoda ancak çok kısa bir süre yaşayabilmiştir.
Ludwig’in ölümünden sadece 7 hafta sonra şato halkın ziyaretine açılır ve ziyaretçilerden gelen gelirle inşaatin kalan kısmı tamamlanır. Açıldığı günden bu yana 60 milyondan fazla kişi bu masalsı şatoyu ziyaret etmiş. Neuschwanstein son yıllarda artan popülerliği nedeniyle yılda 1.3 milyon ziyaretçi alıyor. Bu, şatoyu bir gün içinde ortalama 6000 kişinin ziyaret ettiği anlamına geliyor!
Neuschwanstein Şatosu’nu görmek için önce Münih’ten tren veya otomobille Hohenschwangau kasabasına ulaşmalısınız. Burada bulunan gişelerden biletinizi aldıktan sonra eğimli bir yoldan yaklaşık yarım saat süren bir tırmanış gerçekleştirmeniz gerekiyor. Yukarı doğru çıkmak size uygun değilse, Hohenschwangau’dan bineceğiniz servis otobüsleri şatonun arka tarafında 600 metre kadar yukarıda size bırakabilir. Şatoya ulaşmak için bu kez bu mesafeyi aşağı doğru yürümeniz gerekiyor.
Dachau Toplama Kampı
Münih’in ana tren durağı Hauptbahnhof’tan bineceğiniz S2 treni sizi 25 dakika sonra Dachau’ya ulaştırır. Münih gezinizi tamamlamadan önce mutlaka uğramanız gereken son yer burada. Trenden inince 726 numaralı otobüse binerseniz, kısa süre sonra ‘Arbeit Macht Frei’ yazan kapının önünde inersiniz. Bu kapının ardında oniki yıl boyunca 200.000’den fazla tutuklunun kaldığı Dachau Toplama Kampı bulunuyor.
Dachau Toplama Kampı, Hitler’in iktidara gelmesinden çok kısa bir süre sonra, 1933’te açılmış. Naziler’in politik tutuklular için açtığı ilk toplama kampı olma özelliğini taşıyor. Dachau, kendisinden sonra açılan kamplara model teşkil etmiş. İşleyiş ve prosedürler önce burada yürürlüğe konmuş, genç SS subayları önce burada eğitilip, daha sonra diğer kamplara göreve gönderilmiş. 1933’ten kapatıldığı 1945’e kadar kampta 41.500 kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.
Dachau Toplama Kampı’nı hafta içi her gün ziyaret edebilirsiniz. Giriş ücretsiz.
Bu yazı, Mediazine dergisinin Şubat 2016 tarihli sayısında yayınlanmıştır.