80’lerde çocuk olanların çok iyi bildiği bir televizyon dizisi vardır: Uzun Çoraplı Kız Pippi. İsveç ’in en ünlü çocuk öykücüsü Astrid Lindgren’in yarattığı tuhaf bir kahramandır Pippi. İki yandan örülmüş kızıl saçları havada asılıymış gibi durur. Babası uzaklarda bir denizcidir. Kendine ait kocaman bir evde, babasının bıraktığı altın dolu bir sandık ve konuşan hayvanlarıyla yaşar. Sahiden de uzun çoraplar giyer. Ve bütün kadın masal karakterlerinin ne hikmetse ya prenses, ya kraliçe olduğu şu dünyada, anti kahramanımız Pippi, kız başına maceralardan maceralara koşar.
Lindgren’in yarattığı bu norm dışı karakter önce kendi kızı Karin’i, sonra İsveçli çocukları, televizyon dizisi haline gelince de Türkiye dahil dünyanın dört bir tarafındaki ufaklıkları esir aldı. Ancak Astrid Lindgren sadece Pippi ile anılamayacak kadar önemli bir çocuk öyküleri yazarıdır. Hepsi de çok sevilen onlarca farklı kahraman yaratmış; onları alışılmadık, derin, korkutucu, sevgi dolu, tuhaf hikayelerin içine yerleştirmiştir.
İşte Astrid Lindgren’in bu kahramanları ve hikayeleri, Marit Törnquist’in olağanüstü çizimleriyle 1996’da bir çocuk müzesine dönüştü: Junibacken. Güneşli bir Mayıs günü anneler ve çocukların Stockholm’de birlikte gidebileceği en güzel yerlerden biri. Üstelik yaşlar kaç olursa olsun! Junibacken’de bineceğiniz ‘Öykü Treni’ sizi ışık oyunları, şarkılar, şimşekler ve fısıltılarla donatılmış üç boyutlu sahneler arasında dolaştırır. Seyrettiğiniz sahnedeki hikayeyi kulağınıza anlatan kadının tatlı sesi, bindiğiniz vagon gibi yükselip alçalır. Kırkbeş dakika sonunda trenden inme vakti geldiğinde, kuyrukta sıranın kendilerine gelmesini heyecanla bekleyen miniklerden utanmasanız ‘Bir tur daha!’ diye ısrar edeceğinizden emin olabilirsiniz.
Stockholm denince akla ilk olarak kuzeyin yalın ve rafine tasarım anlayışını sergileyen dükkanlar, bohem kafeler ve irili ufaklı adalar geliyor. Ama şehir bundan çok daha fazlasını barındırıyor.
Junibacken’in hemen yanındaki Vasa Müzesi dünyanın en eski ve orijinal savaş gemilerinden birine evsahipliği yapar. 1628’de henüz ilk seferi için suya indirilen Vasa, o tarihe kadar yapılmış en yüksek silah tahrip gücüne sahip savaş gemisi olmasına rağmen, daha Stockholm Limanı’ndan dışarı çıkamadan batıvermiştir. Yapımında bir mühendislik hatası bulunduğu aşikar olmasına rağmen, sulara gömülmesinden resmi olarak kimse sorumlu tutulamamıştır. 333 yıl Baltık Denizi sularında yattıktan sonra nihayet 1961’de çıkarılmıştır. Tam 40.000 ayrı parça halinde! Haliyle elde bir çizim, plan ya da fotoğraf olmadığından, devasa bir yapboz olarak denizbilimcilerin önüne bırakılmıştır. Parçalar bir araya getirildikten sonra da, Vasa’nın % 95’i orijinal olan ahşap iskeletinin bakterilerden, nemden, pastan ve kurumaktan nasıl korunacağı üzerine yıllarca kafa patlatılmıştır. Çizgi romanlar ya da filmler dışında göremeyeceğinizi zannetiğiniz o gemi işte orada duruyor. Olağandışı hikayesiyle birlikte… Güvertesine çıkamayacaksınız, ama yakından gidip görün mutlaka.
Stockholm ’de insanın annesiyle gezebileceği eğlenceli yerlerden bir diğeri ABBA Müzesi. Çünkü her ikinizin aynı anda mırıldanacağı bir ABBA şarkısı mutlaka vardır. Hangisi olduğunu keşfetmek size kalmış. Dancing Queen mi o şarkı, Gimme Gimme Gimme mi, yoksa Take A Chance On Me mi?
ABBA Müzesi henüz birkaç sene önce açıldı. Birbirlerine aşık, iki genç çiftin müzikleriyle dünyayı salladığı bir dönemin tanıklığını yapıyor. Grup kendi arşivini olduğu gibi müzeye bağışlamış; yani sergilenen tüm kıyafetler, ödüller, plaklar, enstrümanlar, fotoğraflar, mektuplar orijinal. Stüdyolarının, beste yapmak için kapandıkları yazlık evin, menajerleriyle toplantı yaptıkları odanın, evlerinin mutfağının birer kopyası da müzenin çeşitli köşelerini süslüyor. Asıl hoşluk ise, ABBA’nın hikayesini bizzat grup üyelerinin sesinden dinleyebiliyor olmak. İnteraktif oyunlarla dolu müzede, annenizle kayıt stüdyosuna girip bir ABBA şarkısı söyleyebilir, çocuğunuzla disko topunun yanar döner ışıkları altında dans edebilir veya grubun bir klibinde oynayabilirsiniz. Tüm bu marifetlerinizi kaydedip daha sonra internetten ses kaydı veya video olarak indirmeniz mümkün.
Sanatın başka formlarından da hoşlanıyorsanız sonraki adresiniz Moderna Museet olacak büyük ihtimalle. Moderna Museet, geniş koleksiyonu ve iddialı dönemsel sergileriyle İsveç’in en önemli çağdaş sanat kurumlarından biridir. Öte yandan, şehrin genç sanatçılarını keşfetmek, yenilikleri takip etmek istiyorsanız bir de Magasin3’e uğrayın. Şehir merkezinin biraz dışında kaldığı için kendisini ‘Bulması zor, sevmesi kolay’ diye tanımlasa da, antrepodan bozma bu galeriye otobüse binip kolayca gidilir. Zaten Stockholm’de dolaşırken toplu taşımadan şaşmayın! Çünkü özel araçlardan şehir merkezine giriş ve çıkışlarda 3 Euro ücret kesilir. Üstelik kaçışı da yoktur. Aracın taşıdığı çipli etiket bir banka hesap numarasına bağlanır ve ücret hesaptan otomatik düşer.
Şehrin merkezini araç trafiğinin yarattığı yan etkilerden korumak istemenin sebeplerinden biri Gamla Stan’dır. Yani Stockholm ’ün kalbi sayılan ‘Eski Şehir’. Asıl olarak Stadsholmen adası ile çevresindeki birkaç küçük adadan oluşur burası. 13. yüzyıldan kalma, geçitlerle dolu, Arnavut kaldırımlı sokaklar Ortaçağ’daki karakterini korumaktadır. Sırt sırta vererek günümüzde kadar gelmiş binalar Kuzey Alman mimarisinden etkilenmiştir. Halen Kral’ın resmi ofisi olarak kullanılan İsveç Kraliyet Sarayı, Stockholm Katedrali, sadece İsveç Monarşisi mensuplarının gömüldüğü Riddarholm Kilisesi ve elbette Nobel Müzesi Gamla Stan’da bulunur.
İçinizdeki oyuncu ruhu Junibacken’de veya Abba Müzesi’nde doyuramadıysanız, Gamla Stan’a gece karanlığı çöktükten sonra katılacağınız bir ‘hayalet yürüyüşü’ iyi gelebilir. İnternet üzerinden rezervasyon yaptırdığınız turun rehberi, buluşacağınız noktaya başında melon şapka, elinde baston ve gaz yağıyla yanan eski bir fenerle geldiğinde şaşırmayın. Siyah pelerinini savurarak Gamla Stan’ın dar sokaklarında koşar adım yürürken aniden durup size karşı binada yaşayan kadının eşini öldürdükten sonra nasıl tavan arasına sakladığını anlatacak. Adamın gelirini almaya devam etmek için belediye başkanına yazdığı mektuptan bahsedecek. Yakayı nasıl ele vermiş olabildiği üzerine tahminde bulunmanızı isteyecek. Sonra hızlıca köşeyi döndüğünde izini kaybetmemek için siz de ardından koşturacaksınız. Bir tek kişinin geçebileceği darlıkta sokaklara, evlerin karanlık avlularına girip çıkacak; binaların ön cephesine gömülmüş top mermilerinin sırrını öğreneceksiniz. Birkaç saat boyunca kimi ürkütücü, kimi neşeli hikayelerle bir Ortaçağ semtini dolaşmaktan daha eğlenceli ne olabilir?
Stockholm ’deki son durağınız Gamla Stan’dan yürüyerek ulaşabileceğiniz Fotografiska olsun. Deniz kıyısında bir başına duran, eski kiremit tuğlalarla kaplı bu şık bina, art nouveau stilinde inşa edilmiş eski bir gümrük deposu aslında. Renove edilerek 2010 yılında İsveç Fotoğraf Müzesi olarak açılmış. 5500 metrekarelik alanıyla Avrupa’nın sayılı fotoğraf merkezlerinden biri. Her yıl 4 büyük, 20 küçük sergiyle dünyanın her tarafından, kimi çok ünlü, kimi kariyerinin başında olan, onlarca fotoğrafçıya evsahipliği yapıyor. Giriş katında bulunan dükkanında envai çeşit kitabın yanı sıra, dünyaca ünlü fotoğrafçıların tarihe mal olmuş karelerinin, örneğin Steve McCurry’nin güzel gözlü Afgan kızı Şerbet’inin, fotoğrafçı tarafından imzalanmış bir baskısını satın alabilirsiniz. Büyük bir fotoğrafsever değilseniz bile Fotografiska’yı ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Zira en üst katında yer alan modern kafe, Junibacken ve Vasa Müzesi’nin de üzerinde bulunduğu Djurgarden Adası’nı ve Gamla Stan’ı gören şahane bir manzaraya ve ünlü bir şefe sahip. Bütün gün Stockholm’de dolaştıktan sonra annenizle güzel bir cheesecake yemeyi hak ettiniz!
Bu yazı Mediazine dergisinin Mayıs 2015 sayısında yayınlanmıştır.