Yine düştüm yollara. Bu kez taa dünyanın öbür ucuna, Fiji’ye. Çünkü, köpekbalıkları yine beni çağırdı.
Fiji kelime manasıyla dünyanın öbür ucunda, diğer tarafında. Hani dünya bir top olsa ve Türkiye’den bir şiş batırsanız üç aşağı, beş yukarı Fiji’nin oralardan çıkarırsınız. Bir başka deyişle, Fiji Türkiye’den ulaşılabilecek en uzak noktalardan biri.
Dolayısıyla İstanbul’dan bindiğimiz uçaktan, önce Dubai, ardından Singapur, en son da Brisbane’de mola verdikten sonra nihayet Fiji’nin Nadi (okunuşu: Nandi) şehrine indiğimde aradan 36 saat geçmiş; saat farkının da katkısıyla gecem gündüzüme karışmış; uçağın eğlence sisteminde 48 tane film, 58 tane dizi seyreden gözlerimin devreleri yanmış; vücudumun uykusu mu geldi, karnı mı acıktı bilemez halde, tamamen ambale olmuştum. Bana bu eğlenceli eziyeti çektiren, onca yolu gitmeyi göze aldıran ise Fiji’nin sualtının bakirliği, dünyaca ünlü yumuşak mercanları ve meşhur köpekbalığı besleme dalışlarıydı.
.
Fiji, Pasifik’in ortasında 300 küsur adadan oluşan bir devlet. Adalardan iki tanesi, Viti Levu ve Vanau Levu, haritada görülebilecek kadar büyük. Bir fikir vermesi için belirteyim, büyük olan Viti Levu yaklaşık 150 km x 100 km genişliğinde. Diğer adalar ise minik minik kara parçaları, hatta çoğu zaman med-cezirde kaybolan kumsallar…
.
1970’e kadar üzerinde güneş batmayan imparatorluğun bir kolonisi olan Fiji’de bugün yaklaşık 850.000 kişi yaşıyor. Nüfusun üçte ikisi Melanez ırkından geliyor: Yusyuvarlak yüzlü, bonus saçlı, esmer tenli, hafif tombik, süper sempatik insanlar. Geri kalan üçte biri ise, İngilizler’in yönetimi esnasında adaya getirilen Hint asıllılar oluşturuyor. Fijililer tipik ada insanı: Rahaaaat, sıcak, güleryüzlü, azıcık tembel. Biraz müzik çalsa eşlik etmeye hazırlar. Kadın-erkek, kulaklarına taze çiçek takıyorlar. Bir de, bugünkü gürbüz fiziklerini dedelerinin yamyamlığından almış olabilirler, zira dünyada yakın tarihe kadar yamyamlığın var olduğu son yerlerden biri burası.
.
Böyle elden ayaktan uzak olunca kitle turizminden de çok az etkileniyor Fiji. Bu nedenle doğa bozulmadan, bakir kalabilmiş. Adanın tüm tepeleri yemyeşil yağmur ormanlarıyla kaplı. Denizi, benim gittiğim kış mevsiminde bile, gözalıcı bir turkuaz. Gerçekten etkileyici.Ama asıl etkileyici olan suyun altı. Rengarenk sert mercanları (kıpkırmızı ateş mercanlarını ya da kocaman masa mercanlarını örneğin) başka sularda da görmek mümkün elbette. Fakat resif duvarlarını yorgan gibi örten, sualtı tünellerinin ağzını kapatan devasa yumuşak mercanları bu kadar çeşitli, çok ve bozulmamış görebilmek, Fiji’ye özgü harika bir deneyim.
Kimi dalışları sert akıntı eşliğinde, resif tepesinden uçup gitmemek için uğraşarak geçirdim. Kimi dalışları, mağara ve tünel labirentlerinde dolaşarak… Tünellerin ağzında elimle iki yana ayırdığım yumuşak mercanların ben geçtikten sonra ardımdan kalın bir tiyatro perdesi gibi kapandığını gördüm.
Dalışları yaptığım Beqa (Okunuşu: Benkah) Lagünü’nde resif de var, mercan da, tünel de… Batık da var, duvar da… Kaplumbağa da var, müren de… Ama asıl heyecan verici olan, pek tabii, eski dostum köpekbalıkları…
Şimdilik sahne sualtının renklerinde olsun. Eski dostumu nasıl beslediğim bir sonraki yazıya…
İlgili