1981-88 yılları arasında Galatasaray ve Adalar Su Sporları kulüplerinde lisanslı yüzücüydüm, yarışlara girdim, 8-10 tane madalya aldım. 1994’te kafayı sualtına soktum, aletli dalış brövemi aldım, o zamandan beri o koy senin, bu okyanus benim dolaşıyorum. Nihayet bu yaz başında “Suyun içi ve altı tamam da, bakalım üzerinde bir şey yapabiliyor muyum” diyerek yelkene başladım. Fakat insanoğlu doğası gereği şımarık! Daha dümeni nasıl tutacağımı öğrenmeden dünya seyahati hayalleri kurmaya başladım. Efendim böyle açılmışım denizlere de ülkelerden ülkelere nasıl da geziyorum… Kalamış’tan Adalar’a giderken bir rüzgar yedim de aklım başıma geldi. Orsa seyri tutturacağım derken kol-bacak kası yaptım, tramola atacağıma kavança attım da, bu işin o kadar da kolay olmayacağını kavradım. Ben böyle debelenirken, Haziran’da Naviga yelken dergisi Sadun Boro Özel Sayısı olarak çıktı. Sebep? 10 metrelik teknesi Kısmet ile 1965’te çıktığı dünya seyahatinden 1968’te Türkiye’ye dönüşünün 40. yılı olması! Sadun Boro’nun kim olduğunu bilmeyen yoktur herhalde… Ama dünya seyahatinin ayrıntılarını bilmeyen çoktur sanırım. Hikaye özetle şöyle:
Sadun Boro 1928’de Erenköy’de doğar. Gençliği Caddebostan’da, denizde geçer. Hatta daha lisedeyken dandik de olsa bir yelkenlisi olur, onunla Marmara Denizi’nde takılır. Liseyi Galatasaray’da, üniversiteyi tekstil mühendisliği okuduğu Manchester’da bitirir. Üniversiteyi bitirdiği yaz bir dergide gördüğü ilana başvurarak mirasyedi bir İngiliz’in yelkenliyle Atlantik’i geçme macerasına eşlik eder, böylece ilk defa bir uzun deniz yolculuğu yapar. Altı ay sonra Barbados’tan uçakla Türkiye’ye dönerken bir gün kendi teknesiyle dünya seyahatine çıkacağına kendi kendine söz verir. Yıl 1952’dir.
Türkiye’ye döndüğünde çalışmaya başlar. Kendi teknesini yaptıracak parayı ancak 10 yıl sonra biriktirebilir. 1963’te omurgası Salacak’ta kızağa konan teknenin imalatı ve donatılması 2 sene sürer. Teknenin arması, yani gövde çizgisinin üzerinde kalan herşey, Sadun Boro ve eşi Oda tarafından yapılır. İğnecikten makaralara kadar tüm aksam, Sadun Boro’nun o sırada çalıştığı Tarsus’taki mensucat fabrikasının atölyelerinde üretilir. Yelken bezleri yine bu fabrikada dokunur, Oda tarafından bir arkadaşlarının makinesinde dikilir. Bu arada evde ne var ne yoksa satılmıştır, hatta Sadun Boro emekli maaşını yakıp geri almıştır tekneyi tamamlayabilmek için. Öyle ki, paraları kalmadığı için tekneye bir tuvalet takamazlar ve 3 yıllık dünya seyahatine bu şekilde çıkarlar (Bir gün Sadun Boro ile tanışırsam ilk soracağım soru bu tuvalet meselesidir!).
Bu arada, Sadun ve Oda Boro 1964’te evlenir. Asıl adı Odea Pietsch olan Oda Boro 1958’de Türkiye’ye öğretmenlik yapmak üzere gelmiş bir Doğu Alman’dır. Geldikten kısa bir süre sonra Sadun Boro ile tanışmış ve dünya seyahati hayallerine ortak olmuştur.
Nihayet 1965 yazında son hazırlıklar yapılır. Apandisitlerini aldırır, dişlerini kontrolden geçirtirler. Yüzlerce konserve kutusunu paslanmaması için teker teker sıcak parafin ve balmumu banyosundan geçirerek tekneye yerleştirirler. Artık yola çıkmaya hazırdırlar. 22 Ağustos 1965’te demir alırlar.
Üç yıl süren seyahatleri boyunca Akdeniz, Kanarya Adaları, Atlantik, Karayipler, Panama Kanalı, Galapagos, Tahiti, Fiji, Yeni Gine, Endonezya, Hint Okyanusu, Kızıldeniz, Ege rotasını izlerler. 40 yıl önce dünyanın hala bozulmamış kültürlerini görürler, yamyam köylerine misafir olup lüks yat kulüplerinde balolara katılırlar. Sömürgeciliğin taze izlerini takip eder, acaip şeyler yer içer, çok tehlikeli fırtınalar atlatır, korsanların saldırısına uğrar, ölümlerden dönerler…
Kısmet’in dünya seyahatinin bu kadar ünlü olması ve bir efsane haline gelmesinin arkasındaki gizli güç ise Haldun Simavi ve Necati Zincirkıran’dır. Hürriyet Gazetesi, Sadun Boro’nun anılarını yazması karşılığında yolculuk masraflarını üstlenir. O zamanlar haberleşme kısıtlıdır, telefon etme olanağı dahi yoktur. Kartpostal ve mektup atarak haberleşirler. Çok acil durumlarda telgraf gönderirler. Sadun Boro’nun elinde dandik bir fotoğraf makinesi vardır. Yolda bozulur, atarlar. Çektiği filmlerin bir kısmı kaybolur ya da yanar. Kendisi de eski bir denizci olan Necati Zincirkıran, genel yayın yönetmeni olarak bizzat tüm yazıları elden geçirir ve Kısmet’in seyahatini tüm Türkiye’nin merakla takip ettiği ve gurur duyduğu bir macera haline getirir.
Televizyonun olmadığı bir dönemde, Kısmet’in seyahati müthiş bir ilgi görür, Hürriyet’in tirajı bir milyona vurur, Boro’ların kedisi Miço bile “celebrity” olur. Kısmet’in dönüşü, kelimenin tam anlamıyla “törenlerle kutlanır”. Bir Türk denizcisi ilk defa dünyayı dolaşmıştır.
Sadun Boro, döndükten sonra Kısmet’in dünya seyahatini anlatan Pupa Yelken’i yazar.
Suyla, üstüyle, altıyla ilgilenin, ilgilenmeyin… “Pupa Yelken”i okumanızı tavsiye ederim.
Okursanız şunları öğreneceksiniz:
1. Bir şeye tutku duymak ne demektir?
2. Günlerce medeniyet yüzü görmeden, denizde hayat nasıl geçer?
3. Teknoloji gelişmemişken, GPS bilinmezken, otomatik pilot yokken, denizde gece-gündüz nasıl seyahat ediliyordu?
4. Henüz globalleşmemiş dünya neye benziyordu? Sömürgecilik neleri değiştirdi? Misafirperverlik ne demektir?
Elimizin altındaki bunca teknolojiye rağmen, böyle bir seyahate çıkmak için cesaretimizi toplamanın hala çok uzun sürdüğü bir devirden tam 40 yıl önce, açık denize yelken basan Sadun Boro’ya ve eşi Oda Boro’ya saygılarımı sunuyorum. İyi ki gitmiş ve iyi ki anlatmışsınız…