Zagreb tren istasyonunda sabah beşbuçukta indiğimizde şu problemlerle karşı karşıyaydık:
1. Paramız bitti. Cebimizde sadece nakit 10 Euro var. Hırvat parası ise Kuna, o da bizde yok.
2. Cep telefonlarımızın şarjı bitti.
3. Fotoğraf makinemizin pili bitti.
4. Hava 10 derece. İnanılmaz soğuk. Üzerimizde t-shirt’ler, ayağımızda sandaletler var.
5. Zagreb’le ilgili hiçbir şey bilmiyoruz.
Ne demiştim en başta? Rahatız, çok rahaaat… Bir gün önce Venedik’teki bir internet cafe’den rezervasyon yaptırdığımız Hostel Luca’da kalacağız. Tren istasyonundaki turist bilgilendirme ofisininden bir harita alıp sokağa çıktık. Zagreb’te metro yok, tramvay ve otobüs var. Tramvaylar da bizim Beyoğlu’ndaki tarihi tramvaydan birazcık, ama sadece birazcık daha modern. Tramvaya bindik. Internetten indirdiğimiz tarife göre beşinci durakta inip sarı ayakları takip etmemiz gerek. Sarı ayak mı? O ne yahu?
Beşinci durakta indik. Otoyolun ortasında, döküntü bir durak. Etrafta 20 katlı, gri, çirkin apartmanlar var. Ee nereye gideceğiz şimdi diye sağa sola bakarken yerde kocaman, sarı renkli bir ayak izi gördük. Evreka! Ayak izlerini takip ede ede önce bir alt geçitten geçtik, sonra otoyolu aştık, bir yan yola saptık, biraz daha gidince 2 katlı evlerin bulunduğu, yemyeşil bir sokağa girdik. Hostel Luca kafası çalışan, cingöz bir Hırvat’ın garajını bozup yatakhane haline getirdiği tek katlı bir bina. Adam da yandaki binada oturuyor. Gidip zili çaldık.
Henüz sabahın altısı olduğu için adamcağız afyonu patlamamış halde pencerede belirdi. Bize nazikçe, eşyalarımızı bırakabileceğimizi, fakat odamızın öğlen boşalacağını bildirdi. Biz de pillerimizi, telefonlarımızı şarja takıp sandaletlerimizi kapalı ayakkabılarla değiştirdikten sonra şehir merkezine geri döndük.
Hırvatistan 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş olsa da Balkan savaşlarından başlarını kaldırmaları biraz daha uzun sürmüş. Belli ki savaşı atlattıktan sonra kendilerini Zagreb’i restore etmeye vakfetmişler. Çünkü Zagreb çok zarif.
Komünist şehir mimarisi anlayışının tipik özelliklerini taşıyor burası: Geniş caddeler ve bulvarlar, büyük ve ihtişamlı binalar, her köşe başında parklar. Temiz, bakımlı, yemyeşil. Zagreb’de en çok kazananlar peyzaj mimarları olsa gerek, çünkü bütün şehir çiçek, fıskiye ve heykel kaynıyor. Hele heykeller inanılmaz. Hırvat sanatçıların çeşitli eserleri şehrin dört bir yanında. Ayrıca önemli herkesin heykeli dikilmiş. Sadece büyük askerlerin veya devlet adamlarının değil; şairlerin, fizikçilerin, tarihçilerin, arkeologların, ressamların… Benim asıl hoşuma giden heykellerin varlığından ziyade, tamamen hayatın içinde sergilenme biçimi oldu. Örneğin bir alışveriş caddesi üzerinde aylak aylak yürürken, kaldırımda aniden karşımıza meşhur fizikçi Nikola Tesla’nın oturmuş, düşünen bir heykeli çıktı, heykelin yanında da bir bank… Bizim de oturup düşünesimiz geldi vallahi. Büyük meydanlardan birinde, bir kahramanlık anını simgeleyen “St. George Ejderha İle Savaşırken” isimli heykeldeki atın yüz ifadesini görünce ağzımız bir karış açık kalakaldı. Atın canlı olduğuna oracıkta yemin edebilirdik çünkü. Bütün gün sokaklarda dolaştığımız ve onlarca heykel gördüğümüz halde, akşamüstü elime aldığım bir kitapçıktan bazı önemli heykelleri kaçırdığımızı okuyunca şaşırdım. Yapacak birşey yok. Bu kadar çok heykel olunca bazılarını atlamamak mümkün değil.
Sabah şehir merkezine iner inmez ilk gittiğimiz yer “Zagreb’in göbeği” de denen pazar yeri Dolac oldu. Jelacic Meydanı’nın hemen arkasında tesadüfen yolumuzun düştüğü bu pazar, 80 yıldır aynı yerde kuruluyormuş. Bizdeki pazarlara pek benzemiyor. Bir kere ben hayatımda bu kadar düzenli, intizamlı pazar görmedim. U şeklindeki bir örnek tahta tezgahların eşit aralıklarla dizilmesi yetmezmiş gibi, üzerine konan mallar da pazarcıların peyzaj master’ı bitirme projesi adeta. Görüntüyü bozacağım diye tezgahtan birşey almaya korkarsınız. İkincisi, tezgahlarda sergilenen ürün miktarları mütevazı. Öyle bir kamyon çarliston biberin yığıldığı tezgah yok. Çünkü pazarcılar kendi bahçelerinde yetiştirdikleri meyva sebzeyi veya reçel, marmelat, sucuk, salam gibi evde yaptıkları yiyecekleri getiriyorlar satmaya. Üçüncüsü, pazarcıların büyük çoğunluğu 35-50 yaş grubundaki kadınlar. Erkek satıcı neredeyse yok. Dördücüsü, ne tezgahına bir pano asıp reklamını yapan var, ne bağıra çağıra müşteri toplamaya çalışan. Bunun sebebini de birkaç saat sonra anladık: Çünkü gerek yok. Öğlene kadar pazardaki herşey satılmış, pazar yeri de toplanıp temizlenmişti bile.
Pazarın biraz ilerisinde Zagreb Katedrali var. Avrupa’da pek çok benzerini görebileceğiniz bu katedralin özelliği, içinde eski Slav alfabesi Glagoljica (İngilizce’de Glagolitic) ile yazılmış ve tüm bir duvarı kaplayan yazıt. Glagoljica, 850’li yıllarda iki keşiş tarafından İncil’i Slav dillerine çevirmek için icat edilmiş bir alfabe. Grek ve İbrani alfabesinden esinlenilen bazı harflerle bu iki keşişin bulduğu orijinal harfler bir araya getirilerek oluşturulmuş. Görsel olarak tarif etmek gerekirse Grek alfabesinin daha süslü ve ağdalı yazılanı diyebilirim. Harfler başlı başına resim olduğu için, Glagoljica ile yazılmış metinler grafik olarak son derece zengin ve gözalıcı. Benim de Zagreb’e gidene kadar varlığından habersiz olduğum 41 harflik bu alfabe, ortalama Batı insanı için de tam bir muamma olduğundan, Hollywood’un bazı bilimkurgu filmlerinde uzaylıların dili diye bile kullanılmış. Cahil olmayagör, ne deseler yiyiyorsun!
Zagreb’in bir başka alamet-i farikası Lotrscak Kulesi. 13. yy’da şehri korumak için yapılan bu kuleden yüz yıldır her öğlen saat tam 12.00’de gümbür gümbür bir top atılıyor. Zagrebliler de saatlerini ayarlıyorlar.
Gelelim Zagreb’in kafelerine… Avrupa’da kafelerin başkenti Viyana’dır denir. Ama iddia ediyorum, Zagreb’in kafeleri gerek nicelik, gerekse nitelik olarak Viyana ile rahatça yarışır. Şehirde yüzlerce, ama yüzlerce kafe var ve hepsi insan dolu: Sabahları emekliler, öğlenleri öğrenciler, akşamları çalışanlar. Maalesef kapanma saatinden önce yetişemediğimiz için Botanik Bahçesi’ni ancak dışarıdan görebildik, ama sizin gezmenizi tavsiye ederim.
Hırvatlar zarif oldukları için mi şehir bu kadar hoş, yoksa şehir hoş olduğu için mi insanlar bu kadar zarif görünüyor, karar veremedim doğrusu. Bana kalırsa Viyana-Prag-Budapeşte turlarına Zagreb mutlaka eklenmeli.Akşam geç saatte külüstür, fakat sevimli Zagreb tramvaylarıyla Hostel Luca’ya dönüp uyuduk. Uyumadan önce, doyamadığımız Zagreb’e mutlaka tekrar gelmeye karar verdik.