Taormina (8. Gün)

Catania’da bir gün geçirmenin yeterli olduğuna kanaat getirip sabah trenle Taormina’ya geçtik. Fakat tren o kadar erken bir saatteydi ki, 8 kişilik odamızda fosur fosur uyuyan bizim Jöntürkler’e hoşçakal deme fırsatımız maalesef olmadı.

Haritadan bakarsanız Taormina, Sicilya’nın doğu kıyısında, Catania’nın biraz üzerinde yer alan küçük bir kent. Trenle 40 dakikada Catania’dan Taormina’ya geldik. Daha doğrusu geldiğimizi sandık. Zira trenden indiğimiz deniz kıyısındaki küçük istasyonun çevresinde şehre benzer birşey yok. Gişedeki görevliye Taormina neresi dedik, kadın eliyle gökyüzününü gösterdi. Fesüpanallah. Daha fazla bir açıklama yapmaya tenezzül etmeyecekti aslında, fakat biz ısrarlı gözlerle bakınca bıkkın bir sesle “Mavi otobüsü bekleyin, sizi yukarı çıkaracak” dedi. Zaten İtalyanlar’ın İngilizcesi’nden emin olamıyoruz, bir de böyle şifreli laflar etmezler mi, iyice kıllanıyoruz. Sanırsın Harry Potter’ın treni gelecek. Neyse, birazdan hakikaten mavi ve bizim şehirlerarası Varan’lara benzeyen bir otobüs peydah oldu. Önümüzde durdu. Kapı açıldı. Şoför bize “Taormina?” dedi. “Si” dedik. “Atlayın” dedi. Atladık.

Taormina, tıpkı bir kartal yuvası gibi, kayalık bir tepenin üzerine kurulmuş. Daracık ve keskin virajlarla dolu bir yoldan döne kıvrıla, nefes kesen manzaraya baka baka bir yarım saat kadar çıktık. İndiğimizde ilk işimiz kalacak yer ayarlamak. Bunun için şehrin tek ve biricik hostelini, Hostel Odyssey’i aradık. Telefonda aldığımız sağa dönün, sola dönün, aşağı inin, yukarı çıkın gibilerinden çok net ve anlaşılır (!) tarifle, sırtımızda 15-20 kg’lık çantalar, yürü Allah yürü, bütün Taormina’yı baştan aşağı geçip dilimiz bir karış dışarıda Hostel Odyssey’e vardığımızda, saat de neredeyse 11 olmuştu.

Hostel Odyssey iki katlı bir evden bozulup odaları yatakhane haline getirilmiş, sahibinin de zaten üst katta yaşadığı, sevimli bir yer. Hosteli aslen Cathy ve Rebecca adlarında iki kız idare ediyor. Tanışma faslında Rebecca Amerikalı olduğunu söyleyip babasının İranlı olduğunu ekliyor. “Komşuyuz aslında” diye de gülüyor. Cathy ise Avustralyalı. Rebecca ve Cathy gidince kendi aramızda konuşuyoruz. Mesela babası Türk olup Amerika’da doğan biri “Amerikalıyım, ama babam Türk” der mi? Bizdeki jargon daha ziyade “Türk’üm, ama Amerikan vatandaşıyım” ya da “Annem Amerikalı, babam Türk” filan gibi bir şeydir… Yaklaşım farkı!

Cathy ve Rebecca gibi hostellerde çalışarak dünyayı dolaşan bir insan grubu var hayatta. Bunlar bazen birkaç ay, bazen bir-iki yıl bir yerde kalıp az bir paraya çalışır. Hostel dediğin, gelen gidenin bitmediği, sohbet muhabbetin eksik olmadığı, şen şakrak bir ortam olduğu için yarı çalışır, yarı tatil yapar bir hayat yaşamak mümkündür. Görmek istedikleri ülkeleri dolaşıp, çoğunlukla bir-iki dil öğrenip birkaç sene takılır ve ülkelerine dönerler. Özellikle Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve bazı eski sömürge ülkelerinin vatandaşlarına bu yollarda çok rastlanır.

Eşyalarımızı hostele bırakıp dolaşmaya çıkıyoruz. Taormina’nın öyle şahane bir konumu var ki, tarih boyunca bol bol el değiştirmesine neden olmuş: Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Abbasiler, Normanlar, İspanyollar derken buraya inip çıkmayan olmamış neredeyse. Bir bizimkiler eksik kalmış.

Taormina, Ortaçağ’dan kalmasına rağmen son derece iyi korunmuş. Bugün yalnızca 7000 kişinin yaşadığı bu şirin ve küçük kentin ana gezinti yeri, Corso Umberto denen ve şehrin ortasında (Porta Messina ile Porta Catania isimli iki kapısı arasında) upuzuuuuun uzanan bir sokaktan ve ona açılan daracık geçitlerden ibaret. Burada yer alan envai çeşit dükkanda el işçiliği adına hangi ilginçliği ararsanız bulabilirsiniz. Gitar çalmaktan diş çekmeye, banyo yapmaktan, uzaya gitmeye kadar her faaliyeti gerçekleştirirken canlandırılmış, metal telden yapılma komik insan heykelleri. Deforme edilerek gülünçleştirilmiş seramik suratlar. Çeşit çeşit çanlar. Akla gelen-gelmeyen bir dolu tuhaf malzemenin cam içine yerleştirilmesiyle elde edilen tabak çanaklar. Böyle saççççma sapan, fakat yine de güzel, el emeği göz nuru, bir sürü ıvır zıvır var alabileceğiniz.

Turistik açıdan görülesi bir de antik tiyatro var burada: Teatro Greco Romano. Tarihi MÖ 3. yy’a dayanan bu yarım daire şeklindeki yapıyı Yunanlılar başlayıp Romalılar bitirmiş. Öyle enfes bir mimarisi yok, fakat enfes bir manzarası var! Kuşbakışı Akdeniz görülüyor buradan, üstelik Etna Yanardağı da tam karşıda. Şu sıralar içi modernize edilip günümüzde gösteri yapılmasına uygun hale getirilmeye çalışılıyor. Bu cümlenin Türkçesi: İçine bir sürü plastik sandalye koymuşlar! Rezalet. Ben olsam buraya kadar çıkanların gösteriyi seyretmek yerine manzarayı seyredeceklerinden şüphelenirim vallahi 🙂

Öğleden sonramızı kumsalda, masmavi ve tertemiz denize girip şezlonglarda yatarak geçirdik. Kumsala inebilmek için bir teleferik kurulmuş, onu kullanıyorsunuz. Akşamsa erkenden kendimi yatağa attım, zira ertesi günkü programımız için erken kalkacak ve gayet yorucu bir gün geçireceğiz. Fakat Emrah ve Birant kendilerinden emin, Taormina gecelerine akmaya karar verdiler. Cathy, Rebecca ve hostelde kalan diğer gençlerle Taormina’nın en renkli yerini ziyaret edecekler: Penis Bar! Ertesi sabah saatlerce dinliyorum: Her yer pipi şeklindeymiş, ampullerden menü kartlarına, koltuk kolçaklarından merdiven trabzanlarına kadar… Taormina’ya giderseniz aman siz de kaçırmayın 🙂

PAYLAŞ: