Stromboli (9. Gün)

Birant Napoli’de buluştuğumuz andan itibaren Stromboli de Stromboli diye başımızın etini yedi. Efendim, Vezüv ve Etna hikayeymiş, asıl olay Stromboli’ymiş, inanılmaz aktifmiş, buraya kadar gelmişken mutlaka gitmeliymişiz, şöyleymiş böyleymiş…

Ben başlangıçta o kadar da taraftar değildim bu işe. Yanardağ görmek iyi güzel de, bir kere Stromboli interrail biletimizle gidebileceğimiz bir yer değil, ekstra harcama yapmamız gerekiyor. İkincisi, iki günümüzü oraya ayırınca görmek istediğimiz başka iki şehirden vazgeçmemiz gerekecek. Üçüncüsü, ne kalınacak yer biliyoruz, ne de dağa nasıl çıkacağımızı… Fakat iyileşecek hastanın doktor ayağına gelirmiş hesabı, Hostel Odyssey’deki Cathy bir takım tanıdıklarını arayarak bize hem pansiyon ayarlıyor, hem de bildiği bir tura telefon edip rezervasyon yaptırıyor. Eh, bize de artık adayı ziyaret etmek düşüyor… İşte Penis Bar’ın sabahında Emrah ve Birant 3 saatlik uyku ve kan çanağı gözlerle ayağa kalkarken, benim erkenden yatıp cin gibi yataktan fırlamamın sebebi bu: Bugün yanardağa tırmanacağız!

Stromboli, Sicilya’nın kuzeyine T şeklinde dağılmış, hepsi volkanik özellikte sekiz adadan oluşan Lipari Adaları’ndan biri (Eolie de deniyor). Avrupa’nın en aktif yanardağı. İnanılmaz ama gerçek: 5 dakikada bir patlıyor! Fakat korkulacak bir durum yok, patlamalar sık olduğu için içerde çok fazla gaz birikmesine fırsat olmuyor. Çok birikme olmayınca da patlamalar büyük olmuyor. Bu yüzden tehlikeli değil ve belli bir mesafeden izlenebiliyor.

Sabah trenle Milazzo’ya gidip, buradan deniz otobüsüne binerek yaklaşık 2,5 saat sonra Stromboli’ye vardık. Adaya ulaştığımızda saat 15.30’du. Turların bir saat içinde kalktığını bildiğimiz için oyalanmadan etraftakilere Magma Trek’in yerini sorup hızlı adımlarla ofislerine doğru yürüdük. Magma Trek bize derhal kötü haberi verdi: “Yedek listedesiniz!” Turlar daha geçen haftadan dolmuş. Her grupları 20 kişi ve dört gruptan fazlasını dağa çıkarma izinleri yok. Yani yalvarıp yakarsak da bizi almayacakları kesin. Tek şansımız önümüzdeki 45 dakika içinde kayıt yaptırmış birilerinin gelmemesi veya gelip de tura katılamaması. Zira tur denen şeyde 3 saat yukarı tırmanıyor, 1,5 saat aşağı iniyorsunuz. Bu nedenle kondisyonlu olmak ya da hiç değilse kondisyonluymuş gibi görünen bir fiziğe sahip olmak lazım. Yoksa koca göbeğinizle adamların karşısına çıkarsanız, size şöyle bir bakıp “Sizin dağa çıkmanız zor, oturun oturduğunuz yerde” diyebilirler. Tabii bunu gıcıklık olsun diye yapmadıklarını ve tırmanışta hakikaten zorlanabileceğinizi ancak yukarı çıkarken anlıyorsunuz.

Bekleme süresini otele yerleşmek ve çantalarımızdan kurtulmak için kullanmaya karar verdik. Kalacağımız Casa Del Sole isimli pansiyon meğer adanın öbür ucundaymış. Kavurucu güneşin altında, sırtımızda çantalarla 25 dakika koştur koştur yürüdük. Pansiyona çantaları atmamız ve üzerimize kolları bacakları kapalı kıyafetler giymemizle dışarı fırlamamız bir oldu. Yürümeye başlar başlamaz turu aradık ve grupta yer boşaldığını öğrendik. Ancak “Hemen hareket edeceğiz, 5 dakika içinde burada olun” demezler mi! Zamanında orada olmamız mümkün değil, neredeyse yarım saatlik mesafedeyiz. Fakat bir yandan bu grubu kaçırırsak bir gece daha konaklamak zorunda kalacak olmamız, diğer yandan ertesi günkü gruba katılmamızın da hiçbir garantisi olmaması yüzünden, artık uçarak mı desem, kaçarak mı desem, popomuza pervane takarak mı desem, Magma Trek’in ofisine bir yetişmemiz var, görmenizi isterdim.

Ofise vardığımızda öyle paralanmıştık ki, değil dağa çıkmak, iki adım atacak halimiz kalmamış, pilimiz tamamen bitmişti. Ama yetiştiğimiz için o kadar mutlu ve memnunduk ki, piller zihin gücüyle derhal şarj oldu. Birant formları doldururken Emrah trekking ayakkabısı, kask, fener kiralamaya gitti; bense bakkala koşup litre litre su, enerji içeceği, sandviç ve çukulata aldım. On dakika sonra bizim grupla buluştuk ve macera başladı.

Stromboli Yanardağı, alt tarafı 900 metre yüksekliğinde. Yani teorik olarak dağ bile değil. Fakat tırmanışın büyük bölümü lav kumu üzerinde geçtiğinden bu mesafeyi ancak birkaç saatte çıkabiliyorsunuz. Kumda tırmanışın nasıl olduğunu kavrayabilmek için, plajda yürümenin yolda yürümekten farkını aklınıza getirin. Ek olarak, zeminin düz değil, eğimli olduğunu düşünün. İşte öyle bir şey…

Tabii kısa sürede yanaklarımız al al, ciğerlerimiz körük gibi inip kalkar oldu. İtalyan rehberimiz grubun fena olmayan performansını görünce hepimizi dağ keçisi gibi sektirmeye başladı. Hani yaldır yaldır koşmak diye bir terim vardır, biz de adeta yaldır yaldır tırmanıyoruz. Birkaç kere fotoğraf çekmek için durunca grubumuzdan koptuk ve anında rehberimizden paparayı yedik. O yüzden fotoğraf çekmeyi 250 m ve 500 m’de verdiğimiz iki kısa molaya bıraktık.

Stromboli turları akşamüstü saatlerinde başlatılıyor ki, yukarı çıkıldığında hava kararmış olsun ve patlamalar daha iyi izlenebilsin. Biz de yukarı vardığımızda saat 8 olmuş, hava kararmak üzereydi. Tam gözetleme yerine yaklaşırken nereden çıkıp geldiğini anlayamadığımız bir görevli, kelimenin tam anlamıyla “dağ başında” biletlerimizi kontrol etmek istedi. Stromboli aynı zamanda milli park olduğundan patlamaları biletsiz izleyemiyorsunuz. Siz siz olun, Stromboli’ye giderseniz biletlerinizi sağlam yere koyun, yoksa bir şey göremeden yuvarlanarak aşağı inersiniz. Biz aramızda adamın nereden peydah olduğunu tartışırken rehberimiz biletleri verdi, kasklarımızı kafamıza geçirtti ve hep beraber gözetleme noktasına ilerledik.

İlk gözetleme noktası, kratere ilk bakışta uzak gibi duruyor. Fakaaat, bulunduğumuz yere futbolcu yedek kulübesine benzeyen bir yer yapmışlar. Üzeri 15 cm beton ve 15 cm metal koruma tabakasıyla kaplanmış, sırtı kratere bakacak şekilde yerleştirilmiş. Rehberimiz anlattı: “Bazen patlamalar şiddetli oluyor. Böyle olur da taşlar ve lavlar havada uçarsa bunun altına kaçın, yere çömelip kendinizi koruyun…” Yok ya! Böyle bir ihtimal de var yani? Nefis. Bunu tırmanmadan önce söyleseydiniz daha iyi olurdu ama neyse!

Rehber bizi aydınlatmaya devam etti: Aslında Stromboli öyle sağa sola lav saçan güçte bir yanardağ değilmiş. Fakat dört sene önce dışarıdan pek gözlemlenemeyen güçlü bir patlama olmuş (Dağ içe patlamış yani :)) Lavlar güldür güldür denize dökülmüş ve dipte 800 metrelik bir yarık açmış. Açılan bu yarık tsunamiye sebep olmuş ve zaten küçük bir yer olan adanın sahillerini vurarak kumsalları yok etmiş, evlere zarar vermiş, etkisi İtalya anakarasında bile hissedilmiş. O tarihe kadar Stromboli’ye Karamürsel sepeti muamelesi yapan İtalyanlar, tehlikenin farkına varıp önlem almaya karar vermişler. Bugün adanın her yerinde sismik hareketleri ölçen aletler var. Tekrar tsunami oluşturacak bir patlama olması durumunda anakarayı uyaracak mekanizmalar da kurulmuş. Stromboli’de oturanlar içinse güzel bir deyimimiz var: Battı balık yan gider!

Krater ve ağızlar bulunduğumuz yerden görülmüyor, bir yamacın ardında kalıyorlar. Oturduk ve başladık seyretmeye. Tepede bir bulut, bazen biraz koyulaşıyor, ara sıra biraz kızarıyor, sonra biraz dağılıyor… Dakikalar geçtiği halde olup biten bu kadar, daha fazla bir numara yok. Eee, bu mudur yani görüp göreceğimiz diye tam söylenmeye başlamışken gümbür gümbür bir gürültü koptu. Aman ne oluyor demeye kalmadan havai fişek atılmışçasına bir alev kümesi gökyüzünde dağıldı. Ağzımız beş karış açık, biz de dağıldık!

Bir saat kadar burada patlamaları seyrettikten sonra rehberimiz eşliğinde yeniden tırmanışa geçtik. Bu sefer hava tam anlamıyla kararmış, gece inmiş. Dolunay var, ayışığında tırmanıyoruz. Kısa sürede ikinci gözetleme noktasına vardık. Aman Allahım, bu ne! Yanardağın 5 ağzı kuşbakışı gözlerimizin önünde… Tek sıra halinde yamaca oturduk. Bu sefer patlamalara o kadar yakın, o kadar yakınız ki, oturduğumuz yerde altımızdaki toprağın fokurdadığını hissediyor, patlamadan hemen önce küçük sarsıntılar geçiriyor veee hafiften tırsıyoruz! Beş ağzın her biri farklı bir biçimde patlıyor: Kimi kaynak makinesinin alevi gibi güçlü ve ince bir hat olarak, kimi şampanya şişesinden patlayıp dökülür gibi, kimiyse havai fişek gibi dağılarak… Ağızlardan biri korkunç bir sesle ardarda iki kere patlayınca bütün grup, bildiğimiz en okkalı küfürler eşliğinde yerimizden fırlıyoruz!

Yanardağ patlaması seyretmek devasa bir şöminede yanan ateşi seyretmek gibi, az buçuk hipnotize ediyor adamı. Büyülenmiş halde, bir saat daha ikinci gözetleme noktasında oturduk. Rehberimiz neredeyse kolumuzdan tutarak bizi yerlerimizden kaldırdığında saat 10’u geçmişti. Dağıtılan maskelerle ağzımızı ve burnumuzu tozdan korumaya çalışarak inişe geçtik. Görünürde, inmek çıkmaktan daha kolay. Gerçekte ise, bacaklarınıza sürekli binen yük yüzünden bir süre sonra yorulup, ipli kuklaymış gibi saçma sapan hareketlerle yürümeye başlıyorsunuz. Botlarınızın içine dolan kumların zımpara görevi görerek ayaklarınızı acıtması, ayışığına ve fenerlere rağmen karanlıkta önünüzü tam olarak göremeyip sağa sola takılmanız ve kaldırdığınız tozu solumak zorunda kalmanız da cabası…

Aşağı indiğimizde, izi İstanbul’a döndükten sonra bile haftalarca geçmeyecek böcek ısırıklarıyla dolu kollarımıza, davul gibi su toplamış ve berelenmiş ayaklarımıza, simsiyah toz dolmuş burunlarımıza rağmen yattığımız yeri bilmeyecek kadar mutluyduk. “Bir yanardağ patlaması seyretmek” maddesini de hayatta yapılması gereken şeyler listemize yazarak mışıl mışıl uykuya daldık…

PAYLAŞ: