Dörtyüz metrelik ahşap köprüyü geçip beyaz zemine ayak bastığımda sağa sola koşturan yavrularıyla bir domuz ailesi tarafından karşılanıyorum. Nüfusunun çoğunluğu Müslüman bir ülkede sık rastlanmayacak bir manzara.
Zemin, bastığım adımın altında ezilip çatırdıyor. Sesi duyunca irkiliyorum. Pembe yavru domuzcuklar yiyecek arayan analarını taklit ederek neşeyle zemini eşeliyor. Deniz kabuklarını eşeleyen domuzlar. Bu daha da seyrek rastlanacak, sıradışı bir manzara.
Sıradışı bir yerdeyim. Burası Fadiouth.
Yüzyıllar önce insan eliyle deniz kabuklarından yapılmış bir ada!
Ve ben bu adaya uzun bir kara yolculuğuyla geldim.
*****
Atlantik Okyanusu’na komşu Senegal’in kalabalık başkenti Dakar, Afrika kıtasının en batı ucunu işaretleyen, Yeşil Burun denen çıkıntıda yer alır. Yeşil Burun Yarımadası’ndan başlayıp güneye doğru, üç akarsuyun birden denize döküldüğü, mangrov ormanlarıyla kaplı, doğa harikası Saloum Deltası’na kadar devam eden 150 km’lik kıyı şeridine Petite Cote denir. Yani Küçük Sahil.
Küçük Sahil aslen hiç de küçük olmadığı gibi, üstüne sadece Senegal’in değil, tüm Batı Afrika kıyılarının en önemli ve büyük balıkçılık bölgesidir. Her biri ayrı ayrı ziyareti hak eden M’bour, Palmarin, Djiffer bu hat boyunca uzanan, balıkçılıkla geçimini sağlayan şehir ve kasabalardır.
Saloum Deltası’na 40 km kala, Atlantik’in tuzlu suyunun tatlı nehir sularına karıştığı bir haliç yer alır. Su seviyesi yüksekken orta boy bir gölet oluşturan bu alana Mamanguedj Lagünü denir. Ana karadan lagünün ağzını kapatacakmış gibi güneye doğru uzanan, çiviye benzer ince ve uzun kara parçası ise Joal’dir.
Joal’in upuzun kumsalları sabahın erken saatlerinde pirogue denen, ince, uzun, capcanlı renklere boyanmış, çılgınca desenlendirilmiş, devlet otoritelerince plakalanmış ve bütün bunların tepeleme ağ yığınları altında kaybolduğu kayıklarıyla Atlantik Okyanusu’na açılan balıkçılarla dolu olur. Bu ekip güneş batmadan hemen önceki altın saatlerde kıyıya geri döndüğünde, o gün avlanmış derya kuzularını kumsalın bittiği yere kurulmuş derme çatma soğuk hava depolarına taşımak üzere başının üzerinde boş tahta sandıklar, hasır sepetler, plastik torbalarla dosdoğru kayıkların üzerinde koşan kadınlı, erkekli bir kalabalık tarafından karşılanır.
Bu organize kaos esnasında ayak altında olmasanız iyi olur. Kenara çekilip uzaktan izlemek nezaket icabıdır aynı zamanda. İşi olmayanın kumsalda yer kaplaması vızır vızır çalışanları kızdırır. Vakit kısadır, rekabet çoktur, ekmek balığın ağzındadır. Senegal hükümetinin büyük balıkçılık tekneleri için açık su avlanma lisansını Güney Koreli şirketlere ihale etmiş olması canla başla çalışan Joalliler’i iyice sinirlendirmiştir, bir de siz çıkmayın önlerine…
Tuz, yosun ve ağır balık kokan Atlantik kumsalından ayrılıp yarımadanın lagüne bakan diğer kıyısına geçince önünüze dörtyüz metrelik bir köprü çıkar. Bu ahşap köprü Joal’i ayrılmaz parçası Fadiouth’a bağlar.
*****
İşte 2018’in Mart ayında güneşli bir gün bu köprüyü yürüyerek geçip adaya ayak bastığımda deniz kabuklarını eşeleyen neşeli domuzcuklar tarafından karşılandım.
Domuzcukları adanın Hıristiyan sakinleri yetiştiriyor. Senegal nüfusunun çoğunluğu Müslüman (%93) iken Fadiouth’un nüfusunun çoğunluğu Katolik (%95). Az sayıda Müslüman da bulunuyor adada, birlikte ortak bir hayat sürdürülüyor. Ancak her ne kadar tek tanrılı dinlerin mensubu olarak tanımlansalar da, halk eski alışkanlıklarını terk etmeyerek ölmüşlerin ruhlarına, atalara, koruyuculara inanmaya da devam ediyor. Bu kadim hamilere Serer dilinde pangol deniyor. Belirli noktalarda yaşadıklarına inanılıyor ve kendilerine adak adanıyor. Bu domuzcuklar da ya pangol’lere, ya sahiplerinin midesine gidecek sonunda.
Onları kaderleriyle başbaşa bırakıp merakla dar sokaklara karışıyorum. Yürüdükçe ayağımın altındaki zemin çıtır çıtır çıtırdıyor. Eğlenceli, çocuksu bir his. Baloncuklu ambalaj malzemesi üzerinde yürümek gibi. Kabuklar çok basılan yerlerde iyice unufak olup yekpare sertleşmiş; kimi yerdeyse ben bastıkça sağa sola sıçrıyor, dağılıyor.
Fadiouth’un ortaya çıkmasına bölgede geleneksel olarak kadınların uğraşageldiği kum midyeciliği sebep olmuş. Joal-Fadiouth, coğrafi olarak Sahel Kuşağı (Dakar’dan Cibuti’ye çekilecek kalınca bir şeride denk gelir aşağı yukarı, Sahra Çölü ile yağmur ormanlarını ayırır) ile güneydeki tropik Casamance bölgesi arasında kaldığından burada mevsimsel olarak su baskınları ve seller yaşanıyor. Su seviyesi yüksekken oluşan lagün, sular çekildiğinde ortada mangrov kökleri, tuz ve çamurdan oluşan birikintiler bırakıyor.
Serer halkı kum midyesi kabuklarını (yani çöplerini) bu birikintilerden en büyüğüne atma alışkanlığı edinmiş. Adanın yaşı tam bilinmiyor, ancak 1550-1880 yılları arasında hüküm sürmüş Sine Krallığı’nın limanı olan bölgede, kimilerine göre yüzyıllarca devam eden bu istikrarlı alışkanlık, tarihin bir noktasında bu birikintinin epey geniş gövdeli, alçak bir ada haline gelmesine neden olmuş.
Adanın yalnızca zemini değil, üzerindeki yapılar da deniz kabuklarından yapılma. Duvarların pütürlü dokusunun ele verdiği üzre, öğütülmüş kabuklar harca karılmış. Hem pahalı inşaat malzemelerinden tasarruf edilmiş, hem iklime dayanıklı binalar elde edilmiş.
O pütürlü binalardan birinde bir bakkala girip içecek bir şey alıyor ve soluklanmak için önündeki tahta banka oturuyorum. Daha yüz yıl öncesine kadar bu coğrafyada deniz kabukları para yerine de kullanılıyordu. Yöntemi Arap tüccarların 8.yy’da getirdiği ve tüm Batı Afrika’ya yaydığı düşünülüyor. 20.yy başına kadar deniz salyangozu (cowry) para yerine geçmiş. Salyangozun özgün şekli başka kabuklarla karıştırılmasını engeller, sağlam olduğu için kolay kolay kırılıp heba olmaz, hafifliğinden ötürü zahmetsizce taşınır, ufak olduğu için kolayca sayılır ve ipe dizilebilirmiş. Okyanus Merkez Bankası’ndan bedavaya temin edilmesi de popülaritesini artırmıştır kanımca. Deniz kabukları tarih boyunca sadece para birimi olarak değil; tabak, oy pusulası, süs eşyası ve dini obje olarak da kullanılmış. Ben biraz geç doğduğumdan eski sömürgeci Fransızlar’ın kontrolündeki Batı Afrika franc’larını (CFA) saydım bakkala.
Otururken yerel kıyafetleri içindeki bank komşumla tanışıyorum, Martin. Gençken denizciymiş, İngiltere ve Fransa’ya gitmiş. Çat pat Fransızcamla bu kadarını anlıyorum. Ayrılmadan önce ‘Diotyo?’ (Jot Yoo) diye soruyorum, Martin eliyle bir yönü işaret ediyor. Teşekkür edip Fadiouth’un en ilginç yerine, buraya gelme nedenim olan mezarlığa doğru yollanıyorum.
*****
Mezarlıkları ilgi çekici bulan biriyim. Karacaahmet içindeki Eski Üsküdarlılar Mezarlığı yaşadığım yere çok yakın. Hemen her gün, hiç olmadı haftada birkaç kez içinden geçerim. Yine Üsküdar’ın bir başka bölgesindeki Bülbülderesi Mezarlığı -bilen bilir- İstanbul’un en ilginç mezarlıklarından biri, defalarca ziyaret ettiğim küçük ve saklı bir mücevherdir. Haydarpaşa’daki zarif İngiliz Mezarlığı ise Kırım Savaşı’nda yaralanıp Selimiye Kışlası’nda tedavi edilen İngiliz Ordusu’na mensup yedi milletten şehidi barındırır. Özel izinle girildiğinden içini çok kişi bilmez, ancak Kraliçe Victoria adına yaptırılmış anıt dikilitaş vapurla önünden geçerken dikkatli gözlerce tüm heybetiyle görülür. Bu dikilitaşın, yine Kırım Savaşı’ndan sonra Beyoğlu’nda inşa edilen Kırım Kilisesi’nin kulelerini görecek şekilde yerleştirildiği söylenir. Kırım Kilisesi’ne pek uzak bir mesafede olmayan Galata Mevlevihanesi’nin içindeki küçük mezarlığın kapısında ise Hamuşan yazar. Suskunların yeri.
Sadece yaşadığım yerde değil, seyahat ettiğim yerlerde de ilginç olduğunu düşündüğüm mezarlıkları ziyaret ediyorum. Peki, bu merak beni ‘kabristan turisti’ yapar mı?
Bu tanım (tombstone tourist) son yıllarda popülerleşti. Seyahat rotasını belli mezarlıklardan; hatta belli sanatçılara, politikacılara, sporculara ait mezarlardan oluşturan gezginler için kullanılıyor. Tıpkı bir koleksiyoner gibi, bu seyyahlar mezarlık ziyareti biriktiriyorlar. Güçlü bir estetik anlayışın eseri anıt mezarlar, gösterişli mozoleler, etkileyici heykeller barındıran ve şöhretli şahsiyetlerin kabirlerine evsahipliği yapan büyük mezarlıklar sıradan turistlerin de ilgisini gitgide daha fazla çekiyor. Şehir yöneticileri de bu ilgiyi kazanca dönüştürmenin yollarını kovalıyor. Bu tarz mezarlıkların en ünlüleri Paris’teki Pere Lachaise ve Arjantin’in başkenti Buenos Aires’teki La Recoleta. Pere Lachaise tek başına yılda 3,5 milyon turisti çekiyor. Bu sayı Orsay Müzesi’nin ziyaretçi sayısıyla aynı.
Benim bir ‘kabristan turisti’ olduğum söylenemez. Mezarlık ziyareti koleksiyonu yapmıyorum. Ünlülerin mezarları değil, fakat sıradan insanların ölen yakınlarıyla nasıl ilişki kurduğunu görmek ilgimi çekiyor. Fadiouth’un mezarlığı ise hayatımda gördüğüm en ilginç ve sıradışı mezarlık.
*****
Mezarlık Fadiouth’a, tıpkı onun Joal’e bağlandığı gibi, ahşap bir köprüyle bağlanıyor. Burası yavru bir adacık, bir uydu. Su ile gökyüzü arasına yerleştirilmiş beyaz bir öbek. İlk gözüme çarpan, bu beyaz öbeğin üzerindeki birkaç baobab ağacı. Afrika savanalarının sembolü baobab ağaçları tüm Senegal’de olduğu gibi Petite Cote’ta da varlar, ancak midye kabuklarının yığılmasıyla oluşan bir adada nasıl tutunup yetişebilmişler, hayret ediyorum. Biz mezarlıklarımıza Sümerler’den miras aldığımız bir gelenekle hayat ağacı diye adlandırdığımız, sonsuzluğun simgesi selviyi dikeriz, malum. Binlerce yıl yaşayan baobablar da Senegal’de hayat ağacı olarak biliniyor, meyvesinden yapılan şurup ölümsüzlük iksiri diye içiliyor.
Mezarlık, ana adadan daha yüksek. Öyle ki, mezarlıktan aziz Fadiouth’a doğru şöyle bir tepeden bakabiliyorsunuz. Bunda da şaşılacak bir şey yok; geçmişte ölüler çukur kazmaktan ziyade (tümüslüs gibi) üzerini kapama yöntemiyle gömüldükleri için zamanla mezarlığın yükseldiği tahmin edilebilir. Yığılan kabukların üzerine basılmadığı için ezilip ufalanmamaları da bu yüksekliği açıklayabilecek bir başka neden.
Mezarlar arasında dolaşıyorum. Kimi yerde zemin eğimli, ben bastıkça kabuklar yokuş aşağı yuvarlanıyor. Toprak kayması gibi kabuk kaymasına sebep oluyorum yürüdükçe. ‘Mezarların üzeri açılmasın?’ diye mantıksız bir endişe saliseler içinde zihnimden gelip geçiyor. Oysa asıl endişe verici olan, kum midyesi ya da genel olarak deniz kabuklularının artık eskisi kadar bol bulunmuyor olması. Bulunan kabuğu da ihtiyatlı harcamak icap ediyor: Duvarlara mı karılacak, yollara mı dökülecek, mezarlar mı örtülecek? Nasıl korunacak bu kültür?
*****
Mezarlık ziyaretinin makbulü kısa kesilenidir. Ufacık Diotyo adasını enine boyuna dolaşıp yeniden ahşap köprünün yolunu tutuyorum. Köprüyü geçerken güneş yavaş yavaş batıyor, altın rengi bir ışık etrafımızı sarıyor. Joal kıyılarına varan balıkçılar günün mahsülü iyiyse neşe içinde Fadiouth’taki evlerine dönüyorlar, değilse de yarın için umutlular. Biri derme çatma restoranını gösterip güzel bir balık yemek ister miyim diye soruyor. Hayat devam ediyor.
*****
60 Saniyede Senegal:
’60 Saniyede’ videolarının tamamını şurada bulabilirsiniz.
Afrika kıtasından diğer yazılar ise şurada.

(Kapak fotoğrafı internetten anonim)