Roma (12. Gün)

roma

Sabah ilk işimiz hostelden ayrılıp sırt çantalarımızı tren garındaki emanete bırakmak oldu. Emanet deyince şöyle üzerinde asma kilitleri sallanan, dizi dizi dolaplar olan bir yer bekliyorum. Meğer bunlar 90’larda kalmış. Yaşlandık yahu. Roma tren garında, havaalanındakine benzer bir sistem uygulanıyor. Çantanızı önce x-ray’den geçiriyor, sonra üzerine barkodlu bir etiket yapıştırıyor, etiketin bir bölümünü ayırıp size veriyorlar. Teslim almaya geldiğinizde barkodunuzu okutup bagajınızın emanette kaldığı süre için ödeme yapıyorsunuz. Ucuz birşey de değil, biz 16 Euro verdik. Neredeyse bir gün daha hostelde kalsak olurmuş…

Neyse, çantalardan kurtulunca koşarak Collosseum’a gittik. Hani Paris için Eyfel Kulesi, Londra için çift katlı kırmızı otobüs, İstanbul için Ortaköy Camii’den köprüye doğru çekilmiş fotoğraf neyse, Roma için Collosseum o: Bir görüntü klasiği! Tabii önü ana-baba günü. Bir kuyruk var, inanılmaz. Eğer turla gelmemişseniz yarım gün kuyrukta beklersiniz. E, biz turla gelmedik, n’olacak şimdi?Aman efendim, onun da kolayı var. Siz böyle şaşkın şaşkın etrafa bakarken yanınıza gelen bir takım elemanlar, rehberli bir tura katılmak isteyip istemediğinizi soruyor. Kabul ederseniz, normal giriş ücreti olan 11 Euro yerine 20 Euro veriyor, hem kilometrelerce uzayan sıranın küüüt diye en önüne geçiyor, hem de içeriyi kanlı canlı bir rehber eşliğinde geziyorsunuz.Collosseum büyük, etkileyici, karmaşık bir yapı. En ilginç özelliği ise yapay bir gölün bulunduğu yere, gölün kurutulup yapılmış olması. Sen göl yapacağım diye o kadar uğraş, sonra onu kurut? Enteresan. Roma’da arena kuracak başka toprak mı kalmamış, insan merak ediyor doğrusu. Denilen o ki, imparator gücünü göstermek için seçmiş bu yolu. Gerçi Collosseum’un asıl yapılma nedeni güç gösterisi değil, aksine imparatorun bir nevi halkla ilişkiler çalışması imiş: Halk eğlensin, hoşça vakit geçirsin, imparatora hayır duası okusun. Hani sen beni güldürdün, Allah da seni güldürsün hesabı. Güldürük olsun diye yüzbinlerce insan, bir milyon da hayvan öldürülmüş, ayrı.

Saat 09.00: Hayvanlara yem olacaklar. Saat 10.00: İdam mahkumları. Saat 14.00: Gladyatörler. Adeta televizyon akışı gibi günlük bir program akışı varmış Collosseum’da. Bizim rehber bir yandan bunları anlattı, bir yandan Gladyatör filmini yerden yere vurdu. Comodus tamam da, General Maximus diye biri tarihte yokmuş, imparatorun yaptığı el işaretleri yanlışmış, gladyatörler günde birkaç dövüş yaparmış, öyle bir kere kazanınca bütün gün yan gelip yatmazmış vs. Tüm giriş kapıları, koridor katları ve oturma yerlerinin numaralı olduğu Collosseum’da, 55.000 kişi 80 kapıdan 5 dakika içinde boşalıyormuş. Biz daha Türkiye’de böyle bir stad yapamadık arkadaş.

Collosseum’dan sonra Vatikan’a yürüdük. Roma’nın güzel taraflarından biri de bu işte: Yürüyerek şehri dolaşabilmek. Çoğu zaman toplu taşıma aracına ihtiyacınız yok. Vatikan’a gelip de San Pietro katedraline girmek için hamle ettiğimizde Emrah’ın şortu yüzünden içeri alınmadık. Bir ibadet yerine girmek için mutlaka bazı saygı kurallarına dikkat etmek gerek. Sıradan bir kiliseye girerken bile uygun kıyafetleriniz yoksa uyarılırsınız. Ancak söz konusu yer Vatikan olunca uyarı yasaklamaya dönüşebiliyor. Kadınların kolsuz üstlerle, erkeklerin ise kısa pantalonlarla içeri alınmaması gibi… Tabii kurallar bu kadar katı olunca işin ticarete dökülmesi de kaçınılmaz. Katedralin girişinde dizi dizi dükkanlar ve adamlar envai çeşit kıyafet, şal vs. satıyor. Buraya geçen gelişimde Ayşegül’le birlikteydik. Hava felaket sıcak olduğu için adeta don-gömlek dolaşıyorduk sokaklarda. Katedrale girmek için satın aldığımız koca şalı kafasından geçiren Ayşegül yürüyen bir çadır olarak girmişti içeri 🙂

İçeri giremeyeşimize hiç aldırmayıp, günlerdir sabahtan akşama kadar yürüyor olmanın getirdiği yorgunlukla San Pietro meydanını çevreleyen basamaklara oturup en sevdiğimiz işi yaptık biz de: Geleni geçeni seyrettik…

Gece 23.10’da Tiburtina istasyonundan bindiğimiz trenle Venedik’e hareket ettik. Trenle gece yolculuğu yapmanın şöyle bir sakıncası var: Birlikte yolculuk edeceğiniz kişiler rahat ve güvenli bir uyku uyuyabilmenizin anahtarı. Yanınızdaki kişinin sizi taciz etmeyeceğine, paranızı veya eşyanızı çalmayacağına güvenmeniz lazım. Oysa grup halinde seyahat etmiyorsanız, 6 kişilik kompartımanlarda kiminle yolculuk edeceğinizi seçme şansınız da olmuyor.

Venedik trenine önceden rezervasyon yaptırdığımız için koltuklarımız belli. Kompartımana bir geldik, ben diyeyim uyuşturucu satıcısı, siz deyin kiralık katil, had safhada güven telkin etmeyen, bakışları ve haretketleriyle rahatsız edici, iki zenci adam yayılmış oturuyor. Emrah adamları görür görmez doğrudan “bu gece bana uyku yok” moduna girdi. Kız tarafı olarak daha fazla kıllanması beklenen bense “Türk’e bişey olmaz” havasındayım. Ne yapayım, çok uykum var, adamları filan görecek halde değilim. Birkaç durak sonra ilginç birşey oldu: Bizim kompartıman için rezervasyon yaptırmış bir İtalyan aile geldi ve bir takım kavga gürültülerden sonra zencileri kompartımandan attırdı. Biz için için sevindiysek de sevincimiz uzun sürmedi, İtalyan aile bir süre sonra trenden indi ve saat geceyarısını geçerken kompartımanda yalnız kaldık. Bu işe hiç sevinmedik tabii. Zenciler yine gelebilir, başka tekin olmayan adamlar gelebilir, üstelik gece tren son derece ıssız… Rahatsızız. Emrah kitap okuyarak geceyi geçirmeye karar verdiğini açıklayınca ben kendimi uykuya bıraktım. Yaklaşık bir saat sonra kompartımanımızın kapısı gürültüyle açılınca uyandım. Bir baktım Emrah’ın ağzı kulaklarında. Kapıda dört tane uzakdoğulu rahibe! Körün istediği bir göz, Allah verdi dört göz, hem de çekik 🙂

PAYLAŞ: