Küçük Prens’le ne zaman tanıştığımı hatırlamıyorum. Ama ne zaman Küçük Prens koleksiyonerine dönüştüğümü dün gibi hatırlıyorum.
1998’in Nisan ayında bir gün, İranlı arkadaşım Nader’in Londra’daki evinde karşılıklı oturmuş sohbet ediyorduk. Sevdiğimiz kitaplardan bahsediyorduk birbirimize. Ona Küçük Prens’i okuyup okumadığını sordum. Kısaca düşündü ve ‘hayır,’ dedi ‘hiç duymadım’. Okumadım dememişti, hiç duymadım demişti. Üç yaşından beri İngiltere’de yaşayan, tüm eğitim hayatını burada geçirip yüksek mimar olmuş birinin Küçük Prens’i duymamış olma ihtimali beni hayrete düşürdü. Hemen ertesi gün kitapçıya koşup ona bir Küçük Prens aldım.
Ona kitabı alırken elim bir tanesine daha gitti. Sadece İngilizcesini okumak istediğimden değil. Nader’le arkadaşlığımıza dair ortak bir hatıramız ve daha önemlisi, o güzel Londra seyahatime ait bir souvenir’im olmasını istedim. Bir tane de kendime aldım.
Yazık ki, zaman içinde hem koleksiyonumun ilk parçası o İngilizce Küçük Prens kitabımı, hem de Nader’le kontağımı kaybettim. Ancak seyahatlerimden özel bir hatıra toplama fikri sarmaşık gibi içimde büyüyüp köklenmişti bile. Çok seyahat eden, fakat gittiği yerlerde hiçbir alışveriş etmeyen biriyim. Ne eşe dosta hediye taşımayı severim, ne o yerin kendine özgü ürünlerini evime doldurmayı. Elim boş gider, boş dönerim. Çok erken yaşlarda edindiğim bir alışkanlık. Ancak her şeye rağmen, anılar ve çektiğim fotoğraflar dışında ‘oradan’ bir şeyi yanımda getirmek arzusu hep içimde vardı. Kitap okumayı çok seven biri olarak, çocukken okuyup unutamadığım, üstelik hemen her dile çevrilmiş bir kitabın peşine düşme fikri beni hemen tavladı.
Takip eden yıllarda, seyahat ettiğim ülkelerden birer tane Küçük Prens almaya başladım. Fırsatım oldukça. Aklıma geldikçe. Bulabildikçe. Taşıyabildikçe.
Küçük Prens satın almaya çalışmak başlı başına macera oldu bazen.
Amharca dilindeki kitabı Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’nın arka sokaklarındaki kulübeden bozma derme çatma bir sahafta buldum. Bir ortaokulun kütüphanesinde kimbilir kaç öğrencinin elinden geçtikten sonra sahafa düşmüştü. Moğolcası kuş uçmaz kervan geçmez bir kasaba marketinde detarjanlarla gazozların arasında karşıma çıktı. Küba’da basılmış süper mütevazı, siyah beyaz, İspanyolca versiyonu Plaza de Armas’ta bir açıkhava tezgahında yakaladım. Katmandu sokaklarında tuktukla kitapçı kitapçı dolaştım Nepalcesi için. İsfahan’a gittiğimde Farsçasını bulup sevinmişken Küçük Prens koleksiyonu yaptığımı duyan İranlı arkadaşım Hafez elinde rengarenk, bambaşka bir baskıyla çıkıp geliverdi. Böylece İran’dan iki ayrı Küçük Prens’le döndüm. Cusco’da yüksek irtifa hastalığından iki seksen yatarken yerel Quechua dilindeki baskıyı buldum ve iyileşiverdim. Fakat şansım her zaman yaver gitmedi. Mesela, Luandaca baskısını bulmak için pasaj pasaj saatlerce gezdikten sonra Uganda’da İngilizce’den başka versiyonu olmadığına ikna olmak zorunda kaldım. Madagaskar’ın başkenti Antananarivo’da değil kitabı bulmak, var olan tek kitapçıyı bile yerinde bulmak kısmet olmadı, kapanmıştı.
Benim sessiz sedasız bu klasik hikayeyi topladığımı gören yakın arkadaşlarım ara sıra sürpriz yapıp kendi seyahat ettikleri rotalardan bir tane hediye etmeye başladılar. Bu sayede koleksiyonumda Çin gibi kendi gitmediğim bazı ülkelerin edisyonları da oldu. Ayrıca, Türkiye’den çok değerli baskılara sahip oldum: Zazaca, Lazca, Hemşince, Anadolu Ermenicesi ve Denizli ağzı.
Uzun yıllar kendimden başka birinin Küçük Prens koleksiyonu yaptığından haberim olmadı. Nedense böyle bir ihtimali düşünmemiştim bile. Derken 2015’te İTÜ’de düzenlenen bir etkinlikte Oytun (Eriş) ile tanıştım. Sohbet ederken ikimizin de Küçük Prens topladığı ortaya çıkınca Oytun ‘Dur ben seni diğerleriyle tanıştırayım’ deyiverdi. Diğerleri mi? Aa, başkaları da mı vardı?
Türkiye’de 200’e yakın koleksiyoner olduğunu böyle öğrendim. Etkinliklerde bir araya geldik, sergilere katıldık. Şimdi de Eskişehir’de kurulacak Küçük Prens Müzesi’nin açılışını bekliyoruz hep birlikte.
İşte benim 22 senelik Küçük Prens maceramın özeti. Kendisinin dediği gibi, büyükler gerçekten çok, çok tuhaf oluyor 🙂
Bu yazı Nisan 2020’de Çınaraltı Dergisi’in Küçük Prens Özel Sayısı’nda yayınlanmıştır.