Same Same But Different

Kamboçya’nın %95’i Budist. Epey dindarlar. Alçakgönüllülük, sakinlik, dinginlik, güleryüz ve nezaket Kamboçyalılar’ın ortak özellikleri. Birbirine sesini yükseltmek, bağırıp çağırmak, sinirlenmek, telaş etmek ya da gösteriş yapmak Budizm’den gelen bir öğretiyle “gelişmemişlik” kabul ediliyor.

Bütün evlerde, otellerde, lokantalarda, dükkanlarda; kısacası her yerde ama küçük, ama büyük bir sunak var. Mesela ışıl ışıl vitrini, düzenli rafları, bembeyaz dekorasyonu ve önlüklü elemanlarıyla son derecek hijyenik ve batılı görünen bir eczanenin orta yerinde, önüne bir tas haşlanmış pirinç bırakılmış rengarenk bir sunak görebiliyorsunuz. Sunakların süslemeleri de ayrı hikaye. Yanıp sönen yılbaşı ışıkları çok makbul. Tütsü olmazsa olmaz. Taze çiçek, meyva bırakmak adetten. Mum yakmak da yine geleneksel. Dileğiniz yerine gelsin, dualarınız kabul olsun diye meyvelerin arasına para da sıkıştırabilirsiniz.

Başlıca geçim kaynağı, turiste bir şey satmak. Satın alacağı malın kalitesini sorgulayan turiste hemen “same same” diye yapıştırıyorlar cevabı. Mesela dükkanda birşey gördünüz, sokaktaki satıcıda da var. E ne farkı var bunların diyorsunuz. “Same same”. İyi o zaman gidip dükkandan alayım. Cevap geliyor: “But different!” Bu ifade o kadar sembolleşmiş ki t-shirt’lere yazılıp satılacak kadar metalaşmış. Sokakta satın aldığınız herhangi birşey, su, ananas, ekmek, flüt ya da bilezik… fiks 1 dolar. Zannedersiniz Turizm Bakanlığı tarife ilan etmiş. Turistle ticaret o kadar hayati ki, kundaktaki bebeğe “one dollar” demeyi öğreten bir anne gördüm yahu!

Fakat şunu da belirtmeden geçmeyeyim, onca satıcı çocuğun peşimizde dolaşmasına karşın birinin bile ne laubalilik ettiğini gördük, ne kene gibi yapıştığını… Efendi efendi yanımıza gelip, önce mutlaka kendilerine takdim edip bizim de ismimizi öğrendikten sonra, ellerindekini isteyip istemediğimizi sordular. Hayır dediysek teşekkür edip gittiler. Bazıları “Tapınağı gezdikten sonra alırsınız belki” diye ısrar etti. “Belki” diye cevap verdiysem, “O zaman unutma, benden al, ben kırmızı şapkalıyım, adım da şu, seslenirsen hemen gelirim” diye hevesli hevesli ikna turuna devam etti. Bazıları başka türlü taktik geliştirmişti. “Üçtaş oynayalım, kazanırsam benden birşey al” diye geldi bir kız. Emrah kızın teklifini kabul etti, oyunu oynadı, kazandı. Kız bir kere daha oynamak istedi, yine Emrah kazandı. Üçüncü turda kız abisini çağırdı yanına, kafa kafaya verip uzun uzun tartıştılar, ama yenilmekten kurtulamadılar. Biraz moralleri bozuldu, mızıkır gibi oldular ama yine de 3-0’lık hezimete rağmen ne bacağımıza dolandılar, ne ağladılar. “Bir daha gelirseniz yine oynayalım, belki yeneriz” dediler. Henüz bozulmamışlardı. Kimbilir ne kadar sürecek bu durum? Turizm bu hızla gelişirse pek uzun değil herhalde…

Bir gözlemimi daha buraya yazmazsam içim rahat etmeyecek. “Ortalama” bir Batılı turistin ekonomik olarak azgelişmişliği kültürel olarak da azgelişmişlik zannettiğini, yoksul insanı dilenci yerine koyduğunu, toplumsal kural ve ritüelleri pek umursamadığını bu seyahatimde birkaç kere daha gördüm ve bu konudaki negatif görüşlerim pekişti. Kamboçya’da selamlaşmak önemli. Tıpkı bizim kültürümüzdeki gibi, verilen selamı almamak saygısızlık addediliyor. Rehber kitaplar özellikle uyarıyor turistleri bu konuda. Ben de oradayken dikkat ettim, bana selam verenlerle mutlaka göz teması kurmaya, selamına sözle ya da gülümseyerek karşılık vermeye. Gezerken bolca rastladığımız Amerikalı ve Avrupalı turistler ise nedense verilen selamları duymazlıktan geliyordu. Duymazlıktan gelmek hadi neyse, Phnom Penh’de bir kafede kitap satan bir çocuğa “Git başımdan” diye avaz avaz bağıran Amerikalı kıza -itiraf ediyorum- elimin tersiyle iki tokat çarpmamak için kendimi zor tuttum.

Öfkemi dindirmek için Budist mi olsam ne yapsam?

PAYLAŞ: