Venedik (13. Gün)

Çekik gözlü rahibelerle geçirdiğimiz sarmaş dolaş geceden sonra sabah beşbuçuk civarında Venedik’e vardık. Stromboli’ye uğradığımız için kaybettiğimiz günleri artık telafi etmemiz gerekiyor. O yüzden Venedik’te konaklamamaya, günü burada geçirip akşam treniyle yola devam etmeye karar verdik. Daha önce planımızda olan Ljubljana’yı atlayıp Zagreb’e gideceğiz. Biraz hızlı çekim oluyor, ama ne yapalım? Yıllık izin denen şeyin gözü kör olsun!

Venedik herkesin bildiği gibi, yüzyıllar önce kanallar üzerine kazıklar çakılarak kurulmuş, 1987’den beri Unesco’nun Dünya Mirası listesinde olup koruma altına alınmış, labirent gibi bir şehir. Yine herkesin bildiği gibi, deniz seviyesindeki yükselme nedeniyle her yıl birkaç santim suya batıyor. İtalyanlar bu batma sorunuyla fena halde kafayı bozmuş durumdalar. Yok şehrin altına su pompalayalım, yok kapaklı bent sistemi yapalım, hayır efendim tüpgeçit kuralım diye atılıp tutulan ve İtalyan kamuoyunu meşgul eden onlarca öneri var. Nasıl bir çözüm bulunacağı düşünüledurulsun, millet “aman batmadan biz de görelim” diye akın akın Venedik’e geliyor. Tarihinde hiç turizm reklamı yapmamış olmasına rağmen, kendi nüfusundan fazla turist ağırlayan bir şehir Venedik.

Şehrin görsel simgesi gondollar. Fakat bunlara binmek epeyce pahalı, yarım saatlik tur adambaşı 100 Euro! Buna rağmen gondolla dolaşan bir sürü turist var kanallarda. Fakat serenad yapan gondolcu hiç görmedik. Para saçmak da bir yere kadar 🙂 Biz, gondol yerine Büyük Kanal’da işleyen bir vaporetto’ya bindik. Türkçe’deki vapur kelimesinin de atası olan vaporetto, alçak ve kapalı küçük bir tekne. Bizim Üsküdar-Beşiktaş motorlarının tek katlısı. Venedik’i S harfi şeklinde ikiye bölen Büyük Kanal’da farklı rotalarda seyreden birkaç vaporetto hattı var. Biz istasyonun önündeki duraktan 5 numaralı hatta binip San Marco Meydanı’na gittik. Bu, mevcut hatların en uzunu. Büyük Kanal’ı, dolayısıyla tüm Venedik’i neredeyse baştan başa geçerek San Marco’ya ulaşıyorsunuz. Baştan başa dediysem, öyle aheste aheste gidilen bizim Boğaz turları gibi saatlerce sürdüğünü sanmayın. Maalesef sadece 15-20 dakika sürüyor yol. Seyir hızı yüksek. Hatta fotoğraf çekecekseniz eli biraz hızlı tutmakta fayda var. Bu acele niye derseniz, bu vaporetto dalgasının Venedikliler’in günlük ulaşım aracı olduğunu unutmamak lazım. Venedikliler, evet! Broşürlerde belirttikleri gibi, zamanın uzun süre önce donmuş olduğu bu şehirde yaşayan ve okula, işe, bakkala, çakkala giden insanlar var! Az-buz da değil, neredeyse 400 bin kişi.

Zamanın donmuş olması demek, örneğin, evlerin giriş kapılarının bugünkü insanların başını eğip girebileceği yükseklikte olduğunu hayretle fark etmek demek. Evlerin ne kadar eski olduğunu varın hesap edin artık. Sokaklar çok renkli, çok kıvrımlı, çok kalabalık… Bazı sokaklar öylesine dar ki, birisi durup 30 saniye fotoğraf çekse arkasında yüz metrelik bir tıkanıklık oluyor. Şehir çok büyük olmamasına rağmen minik minik o kadar çok sokak var ve o kadar çok köprü inip çıkıyorsunuz ki bir süre sonra kaçınılmaz olarak ayaklarınıza kara sular iniyor.

Böyle sokaklar ve köprüler arasında sürüklenirken birden dikkatimi çekti: Binalar birbirine yaslanmış olduğundan balkonlar sadece estetik amaçlı yapılmış, fonsiyonellikleri yok. Fakat yine de Venedikliler’in balkonu var. Nerede? Çatıda. Evlerin çatıları üzerine çakılan kazıklarla 3-5 m2 genişliğinde, kuş yuvası misali ahşap teraslar oluşturulmuş. O tarihi binalara kat çıkmışlar da diyebiliriz.

Venedik maske satan onlarca, yüzlerce dükkan ve tezgahla dolu. Bu maskelerin bir çoğu uydurmasyon tasarım, fabrikasyon üretim. Venedik’e kadar gelmişken maskenin en kralını almadan dönmem diyorsanız biraz paraya kıyacaksınız. 80-100 Euro’ya güzel bir maske alırsınız. 200 Euro’ya çok güzel bir maske alırsınız. 300-500 Euro’nuz varsa şahane bir maske alır, hatta kendinize özel maske yaptırırsınız. Maske yaptırmak deyince, küçük fakat çok özel bir yerden bahsetmem lazım: La Bollega dei Mascareri. Stanley Kubrick’in Eyes Wide Shut filmini izleyenler bilir, meşhur bir “maskeli sevişgenler” sahnesi vardır. İşte o sahnede kullanılan maskeleri Rialto Köprüsü yakınlarındaki bu dükkan yapmış. Daha Venedik’e gelmeden bu dükkanın ününü duymuş, gelen geçene Eyes Wide Shut’tan bahsettikleri okumuştum. Kapıya da filmle ilgili fotoğrafları ve gazete kupürlerini boy boy asmışlar. Ben de hissettikleri bu gurura güvenip içeri girdim ve o sırada çalışmakta olan maske sanatçısına fotoğrafını çekip çekemeyeceğimi sordum. “Sadece bir fotoğraf lütfen” dedi ukalaca. E tabii bir fotoğraf, ya ne olacaktı? Katalog çekimi mi yapacağız? Neyse, makinemi ayarladım, pozisyon aldım, fakat adam ısrarla yüzünü bir perdenin arkasına gizliyor. Böyle adam devekuşu pozisyonunda, ben kazık pozisyonunda 3 metrekarelik dükkanda karşılıklı bekleşiyoruz. Yahu madem yüzünü göstermek istemiyorsun niye fotoğraf çekmeme izin veriyorsun? Zaten yüzünü görsek n’olacak, görmesek n’olacak? Üstelik kapıya boy boy fotoğraflarını asmışsın, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Neyse, keyfim kaçtığı için rastgele deklanşöre bastım ve teşekkür ettim. Sırıta sırıta rica ederim demez mi! Elindeki maskeyi alıp kafasında kırmak istedim, ama sanata saygım sonsuz. Venedik’in en güzel maskeleri burada. Alacaksanız tavsiyem burasıdır. Gidince selamımı söylersiniz!

Rüya gibi Venedik gezimiz akşam dokuzda trene binişimizle sona erdi. Bu sefer şanslıydık, tren oldukça boştu. Kompartımana yayılıp uykuya daldık. Deliksiz bir uyku çekip sabah zinde bir şekilde kalkmak derdindeyiz, ama ne mümkün! Bu yolculuk sırasında 3 ülke (İtalya, Slovenya, Hırvatistan) geçtiğimiz için hiç durmadan kompartımanın kapısı açılıyor kapanıyor, memurların biri geliyor biri gidiyor: 4 kez pasaport, 2 kez gümrük, 6 kez bilet kontrolü geçirdik! En son gelen Hırvat pasaport polisi pasaportumdaki eski-yeni tüm vizeleri tekeeer tekeeeer ve “zıbır zubur, dobro dobro” diye kendi kendine sayıklayıp eğlenerek, merakla inceledi. Nihayet bizi rahat bıraktığında saat sabah 4’e yaklaşıyor, bizim de gözlerimizden uyku akıyordu.

PAYLAŞ: